Manşet

25 Kasım 2011 Cuma

Allah geçmişimden razı olsun.


"bırak bu işlerle uğraşmayı, dünyayı sen mi kurtaracaksın" dedi. dünyayı kurtaramasam da dünyayı kurtarmaya çalışan insanların yanında atıyordu kalbim. ama sadece kalbim orada atıyordu ve bedenim dünyanın kurtarılamayacağını bildiği için olduğu yere saplanmış kalmıştı. bu dünyada adalet olmadığını anladığım an o yerine çakılı kalan bedenim hukuk okumaya devam etti, kalbim Allah'a ve ilahi adaletin varlığına inandı. bu benim için tek umuttu. bu umut olmasaydı dünyada gidecek yer bulamazdım. bunları ona hiç anlatmamıştım, belki farklı cümlelerle anlatmayı denemiştim ve o beni anlamıştı. oysa o benden umudunu kesmiş ve çoktan umut vaadeden bir alın yazmıştı. ben alnımın yazısını bir türlü okuyamıyordum. gözlerime baka baka "evet" diyordu ama ben o gözleri okumayı doğduğumda sökmüştüm. çok okuyorum diyişim aslında bundandı, gözleri ve yüzleri de sözlere dahil ediyordum.

bana ne kadar güzel olduğumu söyledi. sonra baktığım aynaya yerden aldığı taşı fırlattı. aynam kırıldı. o aynadaki silüetlerimizde biz aynı şiiri okuyorduk. şiirler bize ruhumuzdan armağandı. kırık ayna onun ruhunu bedeninden ayırdı. ruhunu kim üfledi dedim senin israfil mi? ben bunu der demez o tuttuğu elimi bıraktı. kırmızı bir arabanın altında kaldım. göğüskafesimin kırıldığını yıllarca annemden saklamaya çalıştım. ama ana yüreği babaocağına sığmıyor, taşıyordu. o sözkonusuysa merak hep vardı. annem hüngür hüngür ağladı. annemi ağlattığı gün ona düşman oldum. bir daha da şiir miir okumadım. ondan yüzüne gülücükler atarak intikam alıyordum. üstelik gözümde inciler yoktu, içimde sızıdan eser.

insanlar bu dünyada adalet olmadığını fark etmeye başlayıp seslerini yükselttiler sonra. sesleri öyle yüksek çıkıyordu ki duymamak için kör olmak gerekiyordu, bilmemek için sağır, anlamamak için kalpsiz. kalbi olmayan adamlarla tanışmayanlar şaşırmaya devam ediyorlardı. çok okuduğum için ben biliyordum tabi beni yalnız bu dünyanın güzellikleri şaşırtır! adalet zaten yok, olmayacak. o hassas teraziden hiç bir vicdana koymayın sığmaz. hem hangi gönül hangi kefeye sığmış, hangi tartı tartabilmiş denizi!

ben hiç pişman olmadım demek için nasıl yaşamış olmak gerekir bunu düşündüm hep. anneme Allah'a inan dedim, gerisine karışma. annem iyileşmeme sevindi oysa benim hep bilincim yerindeydi. ne yazık ki her zaman fazlasıyla yerindeydi.

Sahi kim üfledi de içine kaçtı ruhun senin dedim. İsrafil mi?




DEVAMI...

2 Kasım 2011 Çarşamba

Yüzünü kalbine dön.




Tıpkı seninle uzun zaman konuşmadan kaldığımız zamanlarda olduğumu gibi ne söyleyeceğimi, nereden başlayacağımı şaşırıyor ve cesaret edemiyorum başlamaya. Uzun süredir yurtdışındaydın ve kısa bir süreliğine geri dönmüşsün sadece birkaç dost ziyareti için. Biliyorum ki bir kere göz göze geldikten ve ardından başını ve sonunu hatırlamayacağımız birkaç cümle söyledikten sonra gerisi gelecek ancak belki görüşemezsek diye en azından gitmeden sana bir mektup ulaştırmayı uygun gördüm.

Fena halde gerçeğe batmış durumdayım. Gerçeğe batık bir halde huzurlu yaşamayı öğrenmeye çalışıyorum. Deste deste evler kuruyor ve çatılar koyuyorum o evlerin üzerine, sonra deprem oluyor. Sonra deprem imgesini ne çok kullandığımı fark ediyorum mesela bunu söylerken. Kumdan kaleler gibi bir dalga geliyor yerin dibinden ve güm. O gümbürtü koparken benim bir tarafım gerçeği haykırıyor, bir tarafım üç maymunu oynuyor, görmedim, duymadım ve bilmi.. bilmiyorum demeye dilim varmıyor. Görmeden, duymadan bildiklerimiz her daim zihnimde. Zihnimin en güzel yerinde tutuyorum onları, saklıyorum hediye diye. Zaten kulak tıkamakla olmuyor da. Sonra haberlerin ardı arkası kesilmiyor, istemeden de olsa okuyorum ve okudukça içimdeki ses haykırıyor. Nerede adaletiniz diye akan bolca gözyaşı biriktiriyorum manşetleri gördükçe. Susabildiğim için kendimi şanslı hissettiğim oluyor çünkü ben en çok susarken bağırıyorum.

Fena halde gerçeğe batığım dedim ya, takas sistemine mi geçsek yeniden dediğim oluyor, tek başıma ben dünyayı değiştiremiyorum. Değer verdiğim herkes, her şey yerlerde sürünüyor, süründürüyorlar. İnsanların algısını değiştiremiyorum ve nasıl bu kadar farklı olabilir algıları gerçek birken diye şaşırıyorum. Yok bu sadece şaşırmak değil, hayrete düşüyorum. Hayrete düşmekten de öte o kadar büyük bi kelime ki isyanımı ancak susarak ve gülümseyerek bastırabiliyorum. Ya da bastıramıyorum. Olayı sen nasıl değerlendiriyorsun diye merak etmeden de duramıyorum tabi..

Sana anlatmayı ihmal etmek istemediğim bir konu daha var; bugün mecburi seyahatlerimden birinde ön koltukta oturan avukat hanımla sohbete başlamadan önce onun dış görünüşünü garipsemekten kendimi alamadığımı itiraf ederek başlamak istiyorum. Hanımefendi daha sonra kırkaltı yaşında olduğunu öğrendiğim, otuzlu yaşlarında görünen, saçları kısacık bir kadındı. Üzerinde siyah eşofman vardı. Alelade giyilmiş bir yelek, siyah eşofman takımı, spor ayakkabılar ve kısacık kesilmiş saçlar ve makyajsız ve hatta bakımsız bir surat… görünüşünü garipsediğim bu kadının daha sonra yirmi yıllık avukat olduğunu öğrenince şaşkınlığım arttı, tutamadım. Asla jilet gibi görünen bir avukat lardan olmadığım halde bu kadını haddinden fazla bakımsız bulmuştum. Sonradan öğrendim ki 10 yaşındaki kızı kanser hastası olan bu kadın hastahaneye, kızının yanına dönecekmiş işi bitince. Daha sonra yaklaşık bir yıldır hastahanede yaşadığı gibi bayramda da orada olacaklarını, kızının tüm tedavi süreçlerini, hastalığın tüm teşhis aşamalarını, müstakil, iki katlı ve bahçeli evini, evinin köşesindeki bakkalı, aynı zamanda müvekkili olan kaynını, hastalığın işini nasıl etkilediğini, neleri değiştirdiğini, saçlarını nasıl kestirdiğini anlatan bu kadına bir türlü ısınamadım. Ona acımadım bile. Sonra düşündüm, insanlığın birçoğu merhametli olmaktan şikayet eder de merhametli olmazlar çoğu zaman. Hele ki dünyalık tüm zamanlar gibi merhamet duygusunun bu kadar ön planda olması gereken günleri yaşarken ben neden, ben neden… söylemeye dilim varmıyor işte. Ama işte öyle bir his var ki bazı insanları sevmemek istediğim halde bunu yapamıyor gibiyim. Bazı insanları sevmek elimizde değil ama onlara karşı nefret değil de sevmeme hissini bile hissetmeye engel olan bir şey var içimde. Kalbim sevmemeye gidemedi bir türlü, böyle işte…
DEVAMI...