Manşet

31 Mart 2010 Çarşamba

Sana ne yazabilirim ki?


Tezer Özlü “Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım. Senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum” dediği Ferit Edgü'ye yazdığı mektuplardan öykü ve romanlarında olduğu gibi yalnızlığını dile getiriyor. Bu yalnızlıktan devşirdiği acıları, hüzünleri, sevinçleri ve mutlulukları; yeni kitaplarının ortaya çıkış süreçlerini anlatıyor

SEVENGÜL SÖNMEZ (Arşivi)


Yazarların mektupları -hangi nedenle ve kime yazıldıkları bir yana- edebiyat tarihçilerinin en önemli kaynağı olduğu gibi okur için de bir sanatçının iç dünyasına açılan kapılardan biridir. Kimi mektuplar, sanatçıların dünyaya ve sanata bakışını, eserlerinin izleğinde ama daha aydınlatıcı bir biçimde çıkarır önümüze, kimi mektuplar ise hayatın içinde sanatçının nerede ve nasıl durduğunu/ duramadığını anlatır. Bu nedenle yazarla yapıtı arasında kurulabilecek bağı önemseyen ya da araştıran biri için mektup, anı vb. metinler oldukça önemlidir.
Ferit Edgü, Her Şeyin Sonundayım (Tezer Özlü-Ferit Edgü Mektuplaşmaları) adlı kitaba yazdığı önsözde yaşamlarıyla yapıtları arasında sınırlar olmayan yazarlardan bahseder. Tezer Özlü de Edgü’nün deyişiyle bu yazarlardandır: “Tezer Özlü, bu tür yazarlardan biriydi. Yazarlık gücünü yaşadıklarından alan, yaşadıkları için yazınsal bir dil yaratan, varoluşunu yazmaya, yazısını varoluşuna borçlu biri.”
Mektup, en özel şeylerin anlatıldığı, sanatçının eserleri dışındaki dünyasında olup bitenlerin yer aldığı bir metin olarak, okurun sanatçıyı başka açılardan da tanımasını sağlarken, edebiyat tarihçisinin, pek çok eksiği gidermesine, tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış, unutulmuş gerçeklere ulaşmasına, kimi zaman da yanlışları düzeltmesine yardımcı olur. Edebi değeri her ne kadar büyük olursa olsun, bütün mektupların öncelikle “özel” olduğunu bilmek, bu türden yararlanarak yapılan araştırmalarda, çeşitli engeller yaratmaktadır. Araştırmacının karşılaştığı soru, bu türün genel sorunu olarak karşımıza çıkan, bir yabancı olarak bizim bu mektupları okumaya hakkımızın olup olmadığıdır.
Benzer bir kaygıyla uzun süre bu mektupları yayımlamayan Ferit Edgü mektupların yayımlanma serüvenini de önsözde anlatmaktadır: “Her yazarın kendine ait (Virginia Woolf’un deyişiyle) bir odası olduğuna ve bu özel odaya, eline kitabı alan herkesin girmeye hakkı olmadığına inandığım için. Bugün, Tezer’in tüm yakınlarının izni, hatta isteğiyle, bu mektupları yayımlarken önemle belirtmek istediğim bir nokta var: Tezer, hastalığının düşüşe geçtiği dönemlerde (bazıları klinikte) yazdığı mektuplarda, yaşadıklarını dile getirdiği kadar, saplantılarını, (sözcüğü bağışlayın) sabuklamalarını da dile getiriyor. Okur, bu mektupları bu gerçeği göz önünde tutarak okuyup anlamalıdır.”
1966’da başlayan ve 1985’in son günlerine dek süren bu yazışmalar Tezer Özlü’nün yazdıklarının kılavuzu ve ruhunun iç dökümü. Ancak bu mektupları çarpıcı kılan sadece bu özellikleri değil, mektuplarda edebiyatı her an yaşayan, yaşamla yazmak arasında gidip gelen bir ruhun izini sürmek mümkün.Üstelik her mektup büyük bir kütüphanenin habercisi.

Özel hayatı da var
Tezer Özlü’nün en yakınlarından biri olan Ferit Edgü’ye yazdıklarında özel hayatına ilişkin kimi ayrıntılar da vardır. Evlilikleri, boşanmaları ve günlük hayatın sürdürülmesi için yapılması gerekenler. Bütün bunları yazarken de Tezer Özlü’nün kendine has anlatımını görürüz. İç kıyıcı ama uzaklaşılıp bakılması gereken meselelerdir bunlar. İlerlemiş depresyonunda kullandığı ilaçlar, doktorlar, hastaneler de yer alır mektuplarda. Bunlar okurun Özlü’nün dünyasına bir adım daha yaklaşmasını ve onun yaşamaya ya da ölmeye, gençliğe ya da yaşlılığa dair düşüncelerini öğrenmesini sağlar. Okur onun bitmek bilmeyen umudunun bir parçası olur mektupların ilerleyen sayfalarında:
Çok iyiyim, bir haf ta sonra hastaneden çıkacağım. Çok yeni, çok güzel günler bekliyor beni. Bunların hepsini hak ettim. (Ankara, 9 Ocak 1967)
Artık, hastalığımın düşüncesi de kafamdan sıyrılmaya başladı, üstelik bu durumun yararlı yönlerini bile bulmaya başladım... (Ankara, 13 Ocak 1968)
Yazının başında da söylediğim gibi mektuplar bir yazarın evrenini aydınlatan, onun edebiyata ve diğer sanatlara nasıl baktığını gösteren önemli metinlerdir. Tezer Özlü’nün Ferit Edgü’ye yazdığı mektuplar onun sinemaya ve müziğe olan tutkusunu da açıkça ortaya koymaktadır. Erden Kıral’ın filmler başta olmak üzere, izlediği filmler, dinlediği müzikler mektupların satıraralarında uçuşur gider:
Çok iyi olan pikabımdan Bach’ı kaldırdım, Telemann’ı koydum. Torelli ve Marcello’yu da çok sever oldum, ama plağı yok. Hiç plak yok zaten (2 Bach, 1 Händel, bir de Telemann var). (İstanbul, 11 Şubat 1967)
Ingmar Bergman’ın Yaban Çilekleri ve Aynadaki Sessizlik adlı kitaplarını çeviren Tezer Özlü okurken bir yandan da çeviriyi düşünmektedir. Ferit Edgü’ye sıkça çevirmek istediği kitapları yazar. Kitapları ve yazarlarını uzun uzun anlatır: Çevirmek istediğim üç kitap var: 1) Golem 2) Max Brod/ Kafka 3) Peter Weiss (Abschied [von] den Eltern). (İstanbul, 11 Şubat 1967)
Neredeyse tüm mektuplarında okudukları kitaplar vardır: Vladimir Neff, Kafka, Dostoyevski. Ferit Edgü’yle ikisinin ortak aşkları Kafka’dan sıkça söz eder Tezer Özlü:
Yazmış olduğun mektup gerçekten çok güzel. Onu Kafka’nın “Briefe an Felice”si kadar seviyorum. (Ankara, 16 Şubat 1967) Zaten müşterek aşklarımız çok. Dostoyevski, Kafka. Bir yıldır ben de yalnız Kafka okuyabiliyorum. (Endenna, 26 Mart 1984)
Tezer Özlü’nün pek çok yazarı keşfine tanıklık ederiz bu mektuplarda. Peter Weiss başta olmak üzere Robert Walser’i okumanın heyecanını sürekli dile getirir: Robert Walser’i tanır mısın? İsviçre edebiyatının bence en önemli yazarı. Tam bir Kafkaesk korku ve Dostoyevski yüreği ve zaman zaman Gogol acı humoru taşıyan bir yazar. (Zürih, 7 Ağustos 1984)
Robert Walser’i Türkçeye çevirmek ister. İsviçre’de Pro Helvetia adlı bir kurumdan yardım almayı ve onların vereceği parayla kitabı Ada Yayınları’ndan yayımlamayı planlamakta, bunun için de Ferit Edgü’yü ikna etmeye çalışır.
Ferit Edgü’nün Tezer Özlü’ye yazdığı (kitapta yer alan) ilk mektup 20 Mart 1984 tarihini taşımakta. Bu mektup Türk edebiyatına bir başyapıtın kazandırılma hikâyesidir gerçekte. Ferit Edgü Tezer Özlü’nün “Bir İntiharın İzinde” adıyla yazıp gönderdiği kitabı okumuş ve ilk izlenimlerini yazmıştır:
“Bir İntiharın İzinde” müthiş bir kitap. Çok müthiş bir kitap. (Başka sözcük bulamıyorum.) Yıllar var ki böyle bir metin okumadım. (Tabii Türkçe metinlerden söz etmiyorum.) Bana gençlik yıllarımda, Rimbaud’yu, Lautreamont’u, daha sonra Kafka’yı, Rilke’yi, Hölderlin’i keşfettiğim günleri yaşattı.
Birkaç yıl önce, çocukluğunun soğuk geceleri için düşünüp de söyleyemediğim, dile getiremediğim buydu işte: o malzemenin öykülemeye değin, böylesi bir çığlığa dönüşmesi gerektiğini düşlemiştim. İçine sıçayım edebi türlerin. Romanın. Öykünün. Şiirin. İçine sıçayım. Bana yaşamın ucuna yapılan yolculuklar gerek. Bu yolculuğun türü olur mu?
Ferit Edgü’nün bu satırları unutulmaz bir kitap adını müjdeler: Kitabına ne güzel yakışırdı YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK.

Varoluşun ucuna yolculuk
Sonraki mektuplar boyunca Yaşamın Ucuna Yolculuk’u ve Pavese’yi konuşurlar. Tezer Özlü bu adı benimser, Celiné’nin Gecenin Sonuna Yolculuk’a benzemesinden biraz çekinse de 26 Mart 1984’te kitabının kendi içindeki yankısını dile getirir: Dediğin gibi, kitap benim varoluşumun ucuna yolculuk. Belki bundan sonra ölümümün ucuna da yolculuk edebilirim.
Ferit Edgü kitabın kusursuz yayımlanması için çok çalışmış ancak Tezer Özlü’nün düzeltileri geç kalmış, dizgide, düzeltide aksaklıklar olmuştur. Kitap Edgü’nün içine sinmeyecek biçimde hatalı çıkmıştır. 27 Nisan 1984’te yazdığı mektupta basılmış üç bin kitabı kalorifer kazanında yakacağını söyler ve 7 Mayıs’ta da “Kitap bu yanlışlarla çıksaydı, çıldırırdım. Çünkü herhangi bir kitap değil” diye yazar.
Yaşamın Ucuna Yolculuk’la birlikte Svevo ve Handke’nin kitabı da yayımlanacaktır. Tezer Özlü bu tesadüfe çok sevinmiştir. Ferit Edgü Handke’nin kitabının Türkçe adı için öneriler göndermesini ister Tezer Özlü’den. Tezer Özlü kitabın adını çok sevmiş ve kendine çok yakın bulmuş olmalı ki sonraki mektuplarda da sıkça bu kitabın adına göndermeler yapmıştır:
Handke’nin Wunchloses Unglück adı için birkaç öneri yazmayı denedim... Bir saniyede şu sözcükler boşaldı: Mutsuzluğun İsteksizliği (kelime çevirisi)... Mutsuzluğun Boşluğu/ Mutsuzluğun Sessizliği/ Mutsuzluğun Hiçliği/ Mutsuz Bir Hiçlik/ Mutsuzluğun Bırakılmışlığı/ Mutsuzluğun Durgunluğu. (Zürih, 27 Temmuz 1984)
Ferit Edgü Yaşamın Ucuna Yolculuk çıktıktan sonra gazete ve dergilerde çıkan yazıları, eleştirileri kesip bir kopyasını Tezer Özlü’ye gönderir. Bunların içinde Fethi Naci’nin yazdıkları hayal kırıklığı yaratır Tezer Özlü de, hatta biraz kızdırır bile onu:

Fethi naci’ye kızar
Benim kitap için Fethi Naci’nin yazdığını okudum. Biz neler yazıyoruz, onlar neler yazıyor. Ne gibi bir dil kullanıyorlar. Aramızda uçurumlar var. Ayrıca kitap üzerine bir tek cümle kurmayı başaramamış. Ama kendi sorunu. (Zürih, 1 Ekim 1984)
Mektuplar boyunca Sezer Duru, Orhan Duru ve Demir Özlü’nün Tezer’in hayatındaki yerini de görürüz. Sezer ve Demir kardeş olmaktan çok ötede, onun varoluş mücadelesinin de yazarlığının da en önemli destekçileri olurlar. Ferit Edgü’nün de yakın arkadaşları oldukları için mektuplarda karşılıklı olarak haberler verilir, buluşmalar anlatılır, planlar yapılır. Her buluşma bir şenliğe dönüşür.
Tezer Özlü “Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım. Senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum” dediği Ferit Edgü’ye yazdığı mektuplardan öykü ve romanlarında olduğu gibi yalnızlığını dile getiriyor. Bu yalnızlıktan devşirdiği acıları, hüzünleri, sevinçleri ve mutlulukları anlatıyor. Bütün bunları yazdığı kişi en yakın arkadaşlarından biri olunca çok daha derin ve yoğun hissediliyor yaşadıkları. Yapıtlarına kaynaklık eden o iç huzursuzluğun ve arayışın izleri, -belki tamamı- bu mektuplarda karşımıza çıkıyor.
Her Şeyin Sonundayım Tezer Özlü’nün olduğu kadar Ferit Edgü’nün de sanat anlayışına, edebiyatçılığına , Yaşamın Ucuna Yolculuk’un yayımlanma serüveninde öğrendiğimiz üzere yayıncılıktaki titizliğine de ışık tutan mektuplardan oluşuyor. Edgü’nün ruh hallerine, yazma ve okuma tutkusuna ama dahası iyi edebiyat karşısındaki heyecanına tanıklık ediyor bu mektuplar.
Anlatıklarıyla ve anlatım biçimleriyle mektubun edebi bir tür olduğunu açıkça ortaya koyan bu mektuplar Tezer Özlü ve Ferit Edgü’nün yapıtlarıyla birlikte okunabileceği gibi tek başına da birer mücevher. Toprağın en derin yerlerinden kazılarak getirilmiş, bu kazının tüm darbelerini içinde barındıran ama ışıl ışıl parlayan bir mücevher.

“HER ŞEYİN SONUNDAYIM”
Tezer Özlü-Ferit Edgü Mektuplaşmaları
Sel Yayıncılık
2010
111 sayfa, 10 TL.




http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=987510&Date=31.03.2010&CategoryID=40
DEVAMI...

28 Mart 2010 Pazar

"bizimkiler"


fazla söze gerek yok, çünkü "bizimkiler" aynı hislerle her pazar ekran karşısına geçen herkes için gerçekten "bizimkiler" imiş . . . eski bayramların neşe ve huzurla anılması gibi anılması tam da bundanmış. ve hatta bu bölümün youtube da bulunması da bu yüzden manidarmış belki de. bulduğuma sevindim.







"bizimkiler 'bayramlık' birinci kısım:


ikinci kısım:


üçüncü kısım:


dördüncü kısım:


beşinci kısım:
DEVAMI...

25 Mart 2010 Perşembe

hangisi gerçek oldu?


hangisi gerçek oldu diye başlık atmışlar, geçmişte gelecek için düşünülen, çizilen, hayal edilen ne varsa koymuşlar dosyanın içine, kimbilir daha neler vardır.. konuyla ilgilenilse daha neler çıkar fikri heyecanım oldu bugün. hani hep diyoruz ya okuduklarımız okundu daha önce, söylenenler söylendi, yazdıklarımız yazıldı... biz neyiz kimiz nereye gidiyoruz a kadar uzanan sorular silsilesi farkımız ne diye nihayete ererken ben biliyorum farkımı. ben kendimin farkındayım da üstelik. ayrıca çok da özelim, hepimiz gibi, hepimizden farklı olarak ama hepimiz gibi işte.

çok kullandığım bir tamlama olan beynimizdeki kıvrımlar bir zamanlar yapı kredinin çıkarttığı minik kitaplardan içinizde kaç koridor var ı hatırlattı şimdide. deneysel çalışmama kaldığım yerden devam ediyorum ama biliyorum da insan kobay değildir ama en enteresan kobay da insandır bir yandan. deneysel çalışmama devam ediyorum dedim, kobay benim. giderek kendimi daha fazla gözlemliyorum. hislerimi, heyecanlarımı, her duruma verdiğim farklı tepkileri, bazen aynı replikleri giderek daha fazla gözlemliyorum. ama bu bişeyleri daha fark etmemden öteye gidemiyor, yani gidiyor da bu konuda hızlı ilerleyemediğim bir gerçek.

mesela ben çok güzel severim, mesela ben sevdiğimin üzerine de düşerim bunu biliyorum. bunun bilgisi de bilgim dahilindeydi ama bugünlerde hissini de tatma fırsatı buldum. hem ben birinin üzerine düşülmemesi gerektiği konusunda yıllarca kafa yormuş, yıllarca cümleler kurmuştum. herşeyin bilgisi içimdeydi ama insan kendisi olunca dibine ışık vermiyor. mum du o dimi. mum diyorum dibine ışık vermiyor. ama biz mum değiliz, insanız. değiştirebilir, değişebiliriz.

mesela birlikte jetgillerin yaşadığı ülkeyi ziyaret edebilir, ordan alice'e uğrar eve döneriz. ninja turtles ın kullandığı mazgal kapağını da sana gösteririm giderken, merak etme...









milliyetteki dosyanın linki:

http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/41026-yasam-hangisi-gercek-oldu-/1
DEVAMI...

15 Mart 2010 Pazartesi

fotoğraf makinesi ile zaman makinesi arasındaki bağ nedir?




"zalim beni söyletme derunumda neler var"



hadi gidelim.

hep aynı hissi veriyor sevdiğimin güneşinin ışıkları (ışınları mı demeliydim) ...

sınırsız bi gitmek isteği, gezmek gezmek kaybolacakmış gibi sanki bir yerlere varma kaygısı olmaksızın...yürüye yürüye, koşa koşa, yerlerde yuvarlanarak bile hatta.

ama özellikle de birazcık tarihi yapı, taş bina filan olsun isterim. galata olabilir, eminönü olabilir, ne bileyim...

siyah beyaz fotoğraflara renk katmış gibi hissediyorum sanki oralarda.
gün, güneş, zamanmakinesi gibi beni yaşamak istediğim yıllara götürürken (yanlış anlamayın, yaşadığım yüzyılı da seviyorum elbette) ben duriyim öyle, poz verir gibi tulumbalı eski bir makineye...




http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/GaleriDetay.aspx?cid=33637&p=1&rid=2
DEVAMI...

13 Mart 2010 Cumartesi

'Biri hava atınca kariyer olur'


Vedat için kariyer, 'birinin diğerine hava atması' demek, yani parası olan kariyerli oluyor. Çağkan, 6 yıldır bilgisayar kullanıyor ve tercih edeceği üniversiteyi çoktan seçmiş... İki farklı dünyada yetişen 14 yaşlarındaki iki çocuğa aynı soruları sorduk. İşte cevapları....


CEREN BAYKAL
Vedat, 14 yaşında....
Boş zamanlarında, tatillerde neler yaparsın? Hobilerin nelerdir?

Televizyonda film izliyorum. Atari salonlarına gidiyoruz, arkadaşlarla oyun oynuyoruz. Sokakta maç yapıyoruz. Bir de okuldan çıktıktan sonra amcamın bakkalında çalışıyorum. Ona yardım ediyorum. Bir de internet kafeye gidip başka okullara giden arkadaşlarımla konuşuyorum, oyun oynuyorum. Yazları da çantacıda çalışıyorum 2-3 ay.

Eğitim ve mesleki planların neler, üniversite eğitimi konusunda ne düşünüyorsun?

Büyük ihtimalle liseyi bitiririm ama üniversite okuyamam. Ben çok yaramazım, daha dün disiplindeydim. Okulda çok kavgalar oluyor. Bir de özel ders alamıyoruz, dersler güzel değil.

Peki, 10 yıl sonra kendini nasıl hayal ediyorsun, sence nerede olacaksın?

10 yıl sonra evlenmiş olurum sevdiğim biriyle. Ama İstanbul'da yaşamak istemem. İzmit'e ya da Balıkesir'e giderim, oralar güzel. Orada bir iş bulurum.

Diyelim ki bir piyango bileti aldın ve sana ikramiye çıktı, bu paranın ne kadar olmasını istersin, ne kadar olursa çok mutlu olursun?

Mesela yüz milyar çok büyük paradır. Büyük ikramiye o kadar olabilir.

Peki, bu çıkan parayla neler yaparsın?

Önce kendime bir ev alırım. Orada yaşarız. Sonra da bir iş kurarım. Mesela bir büfe açarım ya da çantacı olabilir çünkü çantaların nasıl yapıldığını öğrendim.

Peki, sence kariyer nedir?

Ya mesela birisi birine hava atıyor. Yani mesela bir yerde ben şunu alacağım diyorsun, o da diyor "aman ondan bende var", hava atıyor diğerine. Parası olan kariyerli oluyor.

Peki, alışveriş senin için ne anlam ifade ediyor, ihtiyaçlarını kendin mi karşılarsın?

Annem alır genelde, bizim burada pazar kuruluyor. Bir de Kasımpaşa'ya gideriz. Bir şeyi beğenmişsem dayıma söylerim o alır. Bakkalda çalışınca bana para veriyor dayım.

Yatağa yattığında ne düşünürsün, neleri hayal edersin?

Yatağa yattığımda ertesi gün okulu düşünürüm. Okulda neler olacağını. Çok kavga oluyor bizim okulda.

Okula nasıl gelip gidiyorsun?

Ev yakın, yürüyerek geliyorum. Ama seneye motorla geleceğim.

Ne tür abur cuburlardan hoşlanırsın?

Cips, çikolata...

Kitap okur musun? Hangi kitabı okudun en son?

Kitap okurum. Öğretmen Namık Kemal'in bir kitabını okutturmuştu.

Çocuk Hakları Beyannamesi'nden haberin var mı, neleri içeriyor olabilir?

Bizim sınıfta bir çocuk vardı. Annesi dilenciydi, babası alkolikti. Geçen sene annesi öldü. Babası zorla çalıştırıyordu. Sertaç sonra evden kaçmış artık sokaklarda yatıyormuş, ara sıra geliyor bizim okulun buraya.

Oyun: Futbol

Alışveriş: Üst-baş, Ayakkabı

Hak: Hakkımı savunabilmek isterim

Başarı: Kazanmak

Spor: Koşmak

İnternet: Oyun

Güzel: Telefon

Aile: Anne-Baba

Mutluluk: Sevinç

Ağlamak: Üzülmek

Şiir: Öğretmen özel günlerde öğretmen okunmasını ister.

Kitap: Namık Kemal

Baba: Bize bakan

Çağkan, dua ediyor

Boş zamanlarında, tatillerde neler yaparsın? Hobilerin nelerdir?

Bilgisayarla ilgilenirim. Araştırma ödevlerimi yaparım. Google'den araştırırım genelde. Zekâ oyunları oynarım. Msn kullanırım bir de Youtube'u kullanırım. Ayrıca okulun basketbol takımındayım, ondan önce de Nişantaşı'nda oynuyordum ama şimdi hafta sonları dershaneye gittiğim için fazla vakit ayıramıyorum basketbola.

Eğitim ve mesleki planların neler?

Günlük yaşamda bilgisayarı çok kullanıyorum ve kendimi bu işe yatkın buluyorum. 6 yıldır bilgisayarım var ve herhangi bir arıza çıktığında kendim tamir edebiliyorum. Üniversite olarak ise ilk olarak Bahçeşehir Üniversitesi Fen-Teknoloji Bölümü'nü tercih etmeyi düşünüyorum. Robot ve bilgisayar yapımı gibi seçenekleri var, ona da o zaman karar vereceğim.

10 yıl sonra kendini nerede hayal ediyorsun,

24 yaşında olacağım, üniversite bitmiş olacak ve büyük ihtimalle askere gidiyor olurum.

Piyangodan ikramiye çıksa ne yaparsın?

Ne kadar para çıkmış olursa olsun sevinirim. Bağış yaparım. Çünkü o para alın teriyle kazanılmış para değildir.

Sence kariyer nedir?

Kariyer bir insanın olmak istediği yerde olmasıdır. Mesela benim sevdiğim bir konuda uzmanlaşmam gibi.

Peki, alışveriş ne anlam ifade ediyor?

Beğendiğim bir şey olduğunda kendim alabilirim. Annemden para alırım.

Gece yatağa yattığında neleri hayal edersin?

Dua ederim. Sağlık, mutluluk, yoksullara yardım, ev, derslerimi kolayca geçmek ve iyi bir meslek edinmeyi dilerim. Hayal kurduğumda evlendiğimi, iyi kalpli bir karım olduğunu hayal ederim.

Okula nasıl gelip gidiyorsun?

Annemle babam arabayla aynı yere gelmelerine rağmen beni bir akrabamız bırakıyor. Bazen de babam bırakıyor.

Sevdiğin abur cubur?

Crunch, Nestea şeftali...

Hangi kitabı okudun en son?

Yılda 10-12 kitap okuyorum. Zaten öğretmenlerimiz de zaman zaman kitap öneriyor. Ben de bir kitabı okumadan önce öğretmenime danışırım, o beni yönlendirir. Kitabın sürükleyici olması okumam için en önemli sebeptir. Son okuduğum kitap Victor Hugo-Sefiller. Gazete ise genellikle pazar günleri alıyoruz ve pazar günleri ilk sayfayı mutlaka okurum.

Çocuk hakları beyannamesi ne anlam ifade ediyor?

Bütün çocuklara eşit eğitim hakkının olması gerektiğini düşünüyorum. Zenginlik fakirlik gibi nedenlerle okuyamayan çocuk olmamalı.

Oyun: Knight Online

Alışveriş: Ayakkabı

Hak: Anayasa

Başarı: Sınav

Spor: Basketbol

İnternet: Youtube

Güzel: Bayan

Aile: Anne

Mutluluk: Sağlık

Ağlamak: Karne

Şiir: Şair, Orhan Veli

Kitap: Türkçe

Baba: Oğul


23.12.2007



vakti zamanında yenişafak'ta yayımlanan röportajım. haberin aslı şu linkte:

http://www.yenisafak.com.tr/Pazar/?t=29.12.2007&i=89077
DEVAMI...