Manşet

29 Eylül 2011 Perşembe

sus


Ona dedim ki “sana bağlanırım ama başka kimseye bağlanamam”. O da dedi ki “teşekkür ederim”. Ardından ateş etti. Bana ateş ettiğinde benim yüzüm güldü. O şaşırdı. “Benden korkma” dedi. Bu yüzü gülen birine verilemeyecek kadar kötü bir tepkiydi. Şarj aletini evde unuttuğu için onu eve çağıramadım. Bir telefonla dünyaları değiştirmeye yetecek kadar gücü elbet vardı. Güzel cümlelerin ardına saklandı. Söylediği her cümlenin anlamı göz ifadesinde saklı kaldı. Yüz ifadesine anlam yüklemek her zamanki gibi zordu. Gece oldu ve arabanın camları buğulandı. Buğulu camın ardında şehir vardı. Şehre aşık ondan ve benden başka kimse yoktu. 3 katlı ahşap bina üzerimize yıkıldı. Depremden sağ çıkan bizden başka kimse olmadı. Ertesi gün sigara kullanmaya başladı. Başka bir şey kullanmaması için dua ettim. Elbette yalnız bunun için dua ediyor değildim. Ona söylemedim. O alnını yere koydu, bir süre öyle kaldı. Ağzı ile dili aynı konuşuyor mu diye merak ettim. Ona söyledikleri bana söyledikleriyle tutuyor mu diye. Zaten o söz konusuysa merak hep vardı. İçimdeki açlığı gidermek için konuşuyor gibiydi. O konuştukça ben doyuyordum. Bir gün konuşamayacak olursa diye bana “oku” emrini verdi. Ben okudukça o susuyordu. O sustukça ben okuyordum. Okuduğumu anlıyor ve anladığımı fark ettikçe “zaten biliyordum” diyordum. O benim biliyor olmama dayanamıyordu. Bu sefer yanlış şeyler söylemeye başlıyordu. Bana inat yalan yanlış şeyler anlatıp duruyordu. Sus demek istiyordum ama dilim varmıyordu. Yanlış konuşuyorsun diyememek canımı konuştuklarından fazla acıtmıyordu. Bunun böyle olmaması gerektiğini biliyor ama mani olamıyordum. Ben mani olamadıkça o ateş ediyordu. O ateş ettikçe benim yüzüm güldü. Her yüzüm güldüğünde içim gerçekte gülmüyordu. Her gözü güldüğünde içi gerçekten gülüyor muydu. O söz konusuysa merak hep vardı.
Alnımı yere koydum. “Oku” dediğinden beri okuyordum. Ağzım ve dilim aynı şeyi söylüyordu.


DEVAMI...