Manşet

22 Mayıs 2011 Pazar

aklıma soktuğun al





Rüyalarımı dillendirmiyorum. Rüyalarımı dillendirmek yaklaşan İstanbul depremini öne alabilir. Rüyalarımı dillendirirsem İstanbul’daki tüm binalar depreme dayanıklı olmadığı için yıkılabilir. Çünkü depreme dayanıklı olmadığı için onarılacak binalar yerine yeni binalar yapmak için projeler yapılıyor bu şehirde, araziler satılıyor ve daha büyük paraya daha büyük binalar dikiliyor. Rüyalarımı anlatmamalıyım. Çünkü anlatırsam gerçeklik payı fazla olur. Tüm süper projelerden bile fazla. Ama o doğal depremi beklersek o binalarınn içinden sağ çıkan olur, yok eğer ben anlatırsam rüyalarımı işte o zaman olmaz. Kimse kalmaz.

Bazen dilimin ucuna kadar geliyor. Rüyamda gördüm seni üstelik o yeşil beyaz gömleği bana sen hediye etmiştin. Rüyamda seni gördüm ve Piyer Loti her zamankinden daha güzeldi. Rüyamda seni gördüm ve o kadar kalabalıktık ki. O kalabalığın içinde o kadar fazla dünya vardı ki ille hepsini dinleyecektim. Rüyamda susuyordum ama o kadar susuyordum ki dinlemekten gayet mutluydun beni. Dilimin ucuna geliyor, ısırıyorum dilimi, üstelik pişman değilim diyecekken.

Kafamı iki yana salladığım zaman düşünceler savruluyor. Düşünceler savruluyor ama tabii ki bir yere kaybolmuyor. Gözlerimi kapamadan rüya görmekten iyidir bu. Başımı iki yana sallayınca dünyaya yeniden geliyorum. Dünyaya yeniden gelip yeni hayallerle çıkıyorum karşısına dünyanın. Dünya şaşkın. Dünya bazen o kadar şaşırıyor ki “emin misin?” dercesine engeller çıkarıyor önüme, “bir daha düşün”. Dünya bazen daha da çok şaşırıyor ve madem istediğin bu diyor mis gibi duruyorsunuz aynada. Aynaya bakınca ben dünyayla aynı şeyi görüyorum bazen. İstediğim bu diyorum ama o zaman uyumamam gerekiyor. Hiç uyumazsam her sabah uyandığımda aynaya bakma ihtiyacı da duymam belki, çünkü evden çıkmadan unutuyorum kimi zaman. Aynaya bakmayı unutursam uyumaya devam etmiş olmuyorum ve bir kere uyanınca artık rüya görüyor olamam.

Seçim otobüsleri, seçim insanları, seçim hoparlörleri bangır bangır bağırıyor. O kadar bağırıyorlar ki bazen ağlayacak gibi oluyorum. Oysa ben gürültüyü severim, sessizliğe dayanamam. Ben gürültüyü severim sesi sevdiğim kadar ve bu yüzden seninle sabahlara kadar konuşasım var, hem konuşasım olmasa bile gürültü yapmayı bilirim. Ama bazen öyle çok bağırıyorlar ki içimdeki sesleri susturmaya yaramadan.

Sonra ben denizin ortasında mavi bir şehre uyanıyorum ve diyorum ne güzel hayat. Hayat güzel ve ben her ışığı bana bu dalgayla yansıdığı müddetçe severim. Hava güzel ve ben yaşadığım şehri hiçbir şehre değişmem. Şehir güzel ve ben bir tek boğaz istiyorum. Bir tek boğaz istiyorum ama bu ben istediğim için var olmadığı için o boğazı seviyorum çünkü kaç boğaz olacağına karar verecek ben değilim. Ben değilim ve ben değilsem kimse değil diyorum insan değil misiniz yoksa, haşa! İnsan olmadığına inananlar beni yönetsin istemiyorum ama yine de seçim gürültülerini sevmiyorum. Asla ve kata otururken uyuyamıyorum. Motor koltukları rahatsız ve uyumaktan daha önemli işler her zaman var. Düşlemeye başlamadan rüyamı hatırlıyorum. Yine dilimin ucuna geliyor ve ben yine dilimi ısırıyorum. Denizin ortasındayım ve deprem olsa hepimiz ölürüz ama ben sırf bu yüzden susuyor değilim.

Onu arıyorum. Ona diyorum ki “bir rüya gördüm ama anlatamam, rüyamı anlatmamam lazım ama sen zaten biliyorsun, rüyamı anlatmak istemiyorum ne olur beni sustur, beni sustur ama lütfen bu rüyayı kimseye anlatmayayım” o zaten benim aklımı okuyor, beni ve aklımı ve bazen her ikisini birden okuyor ve üstelik hem planlarımdan haberi var hem rüyalarımdan. O zaman ben yine dilimi ısırıyorum ve ona da diyorum ki “dilini ısır”. O tabii ki dilini ısırıyor ve ekliyor:
“dünya üzerinde hiçbir zaman yeterince mutlu olamazsın, dünya öyle bir yer değil, o senin değil burada olmaz”.
Düşümü ve dişimi dilimden alamıyorum. Bilimden ise hiç anlamıyorum.







DEVAMI...

12 Mayıs 2011 Perşembe

"aciz" ne demek?




bir düşünceyi zihninde tutmak istemek ne garip,

bir düşünceyi zihninden kovmak istemek ne vahim.

düşünceye müdahale edememe hali ise ...
(düşündük bulamadık bile acziyet yerine gelebilecek kelimeyi).
DEVAMI...

3 Mayıs 2011 Salı

ikinci kanal



Mesela konuşacak çok şey varken susmayı seçmek yalnızca bir tercih meselesidir. Çünkü artık gece bile yeterince sağlıklı düşünmemizi sağlamıyordur ya da hiçbir zaman tam karanlık olmuyordur. Çünkü gökyüzündeki yıldız sayısı giderek artıyordur ve üstelik hiç biri dilek tutmak istediğimiz zamanda kaymıyordur. Belki yıldız kayması diye bir şey bile aslında yoktur ve idrak noktamız, bu bilincin oluştuğu yerden başlıyordur.


Ama öyle olmamıştı. Öyle olmamıştı çünkü bu hayatın bir başka kanalı hatta başka başka kanalları daha vardı. Bu hayatın başka kanalları vardı ve örneğin bir kanalı açtığımızda izlediğimiz şey, diğer kanaldaki hiçbir programı sona erdirmeye hem yetmiyordu, hem de uzaktan yakından ilgisi olmayabiliyordu. Bu hayatın başka başka kanallarında gezinirken biz, birinden diğerine geçmek her zaman uzaktan kumandayla kanal değiştirmek kadar kolay olmuyordu belki ama en fazla koltuktan kalkıp televizyona kadar yürümek gerekiyordu. O başka kanalları seyretmek için de biz o kadar eziyeti göze almaya dünden razıydık. Biz dünden razıydık ama program yapımcıları bu durumdan hiç hoşnut değildi. Çünkü herkese göre bir kanal vardı ve birinin birden fazla kanala yönelmesi dengeyi bozuyordu. Bu hiçbirimizin ekolojik denge kadar umrunda değildi çünkü biz kanaldan kanala geçerken kimseyi yemiyorduk. Oysa aynı anda birden fazla kanal izlemek isteyenler hepsini yiyordu ve doymak bilmiyordu. Ekolojik denge için endişeleniyorduk ama bu yine de o kadar fazla umrumuzda olmuyordu. Yeteri kadar umrumuzda olmuyordu çünkü biz bir kanala bağlı kalamasak da diğer kanalları izlemek uğruna savaş vermeye hazır değildik. Biz hazır değildik çünkü bizim savaşacak cesaretimiz yoktu. İlgi alanımız farklıydı ve biz sevmeye programlanmıştık ama yine de kendimizden daha fazla sevemiyorduk diğerlerini. Biz kendimizden daha fazla sevemediğimiz için birilerini bencillikle suçlanıyorduk ama modern edebiyatta bencillik pek de utanılası bir şey değildi. Biz modern edebiyattan oldukça hoşlanıyorduk.


Modern zamanlara ise çoktan ayak uydurmuştuk, sadece eskitilmiş mobilyalara ilgi duyuyorduk.












DEVAMI...