Manşet

4 Haziran 2012 Pazartesi

Seyahat.




Ona tam “bence nefislerimizi biraz olsun şımartmanın bir mahsuru yok” diyecektim ki otobüs geldi. Bindi. Ardından gelen otobüse de ben bindim.


“Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin temayülâtından çıkar. O temayülât, ruhun ihtisasatından ve ihtiyacatından gelir.”



Siz hiç biri gibi duran birini gördünüz mü? Kareli gömlek giymiş bir adam tıpkı onun gibi duruyordu. Arka koltukta iki kız oturuyordu. Birisi annesi ile telefonda konuşuyordu. Annesi yurdun bilmem hangi köyünde yaşıyordu. O köyde kurulan pazarda bezelye kilosu 50 kuruştan satılıyordu. Kilosu 50 kuruşa satılan bezelyelerden alan anne, bezelyeyi mevsiminde taze yiyebilmek için bezelyeleri ayıklıyor, kaynar suda sarartıyor, ardından buzlu suya batırıp öyle dipfırize atıyordu. Öyle daha lezzetli olduğunu kızından öğreniyordu. Kızı hastalanan ineğin yavrulayıp yavrulamadığını merak ediyor ve “buzağıladı mı” diyordu. Ben yeni bir kelime duymanın sevincini hissediyordum. Anne, ineğin hastalandığını ve ne yaparlarsa yapsınlar iyileşmediğini anlatıyordu. Kızı “nasip” diyordu, siz elinizden geleni yaptınız, artık nasipten çıkmışsa yapacak bir şey yok. Bir ampül daha yanıyordu. Ben elimden geleni yaptım mı diye ilk defa kendime soruyordum. Cevabım olmuyordu.


Arkamdaki kızın yanında oturan kızın arkadaşları arıyor ve ceplerindeki tüm parayı nargileciye verdiklerini ve beş parasız kalıp eve dönemediklerini anlatıyor, yardım istiyordu. Arkamdaki kız yanındakinden beş lira borç isteyip ilk durakta arkadaşlarını kurtarmaya gidiyordu. Muhakkak günün ve daha bir çok günün konusunu bu mahsur kalma ve bu hayat kurtarma operasyonu oluşturuyordu. Kendimi mevzuusuz hissediyordum. Hayattan alınacak dersler elbette vardır.
Ben elimden geleni yaptım mı diye bir kez daha soruyordum kendime, kardeşim iç sesim olup eylemsiz durmak cinayettir diyordu. Ben kaç katliam gördüm diyordum, susuyordum. Oysa sadece çocuklar sustuklarında gerçekten susuyordu.
Yan koltukta oturan adam ise uyuyordu. Beni parka götür diyordum ona, beni lunaparka götürüyordu. Orda daha mı mutlu oluyordum, bilmiyorum. Tüm düşündüklerimi süzgeçten geçiriyordum. Ben çay süzgeci diyordum o kevgir anlıyordu.
Karşımda da annem oturuyordu. “Siz ikiniz ne zamandan beri konuşuyorsunuz” diyordu. Ergen ben sinirleniyor ve “konuşmak ne demek anne, öyle mi söylenirmiş o” diyordu. O sırada şimdiki ben birden ciddileşiyorve anlıyordu “konuşmak sadece konuşmak değil di mi anne” diyordu. Annem ne dediğimi anlamıyordu.


Yan koltukta oturan adam bir sonraki durakta iniyordu. Ardından “beni bırakıp nereye gidersin” diyemiyordum. İçimden bir ses bağırıyordu “eylemsiz durmak cinayettir”!. Kardeşim hep eylemsiz durduğunu iddia ediyordu. Asıl ben diyordum, hayır sen durmadın hiç diyordu, bu yüzden yalnız değilsin; ben hayır ben diyordum, o hayır sen durmadın diyordu, bu yüzden yalnız değilsin, ben yalnızım diyemiyordum sözümü ayaktaki kadın kesiyordu:
benim olmadığım yere nasıl gidersin?



DEVAMI...