Manşet

2 Kasım 2013 Cumartesi

define


 
 
 
     O romanı yazabilseydim kendimi bir şey yapmış sayabilecektim. Çünkü öyle kocaman hisler bir yere gitmemiş olacaktı ve elimde somut bir iz kalacaktı. Bir çocuk doğurmuş gibi olacaktım belki. O çocuk elimde olabilecekti. Ama şimdi güçsüz hissediyorum. Cümleleri bir araya getirmeye o kadar gücüm yok ki. Üstelik bu yeni hal en -çok kendi seçimlerimin beni yürüttüğü bir yolda iken- öyle bir hal ki…

      Define arar gibi çıplak kaldığın yerlere bakıyorum. Tüm gizlerden uzak bir iz arıyorum. Sana ait bir iz. Ama artık kendi çıplak kaldığım yerlere de bakıyorum. Eskiden böyle değildi. Eskiden ben ayan beyan ortada olandım zaten. Kendimi ortaya koyandım, hem söylemeden orda olandım. Şimdi bundan bile emin değilim. Şimdi sadece seni değil, kendimi de arıyorum.

     Her sabah şükrederek uyanıyorum. Her gün evden dua ederek çıkıyorum ve çiçeklere bakıp gülümsüyorum. Ama sonra soruyorum ne için? Gün içinde devam ediyorum hep ‘ne için’.  Mesele şahit olduklarımın benim için olduklarının farkında olmamamda değil. Ne için diyorum, farkındayım ama ne için ne yapıyorum. Farkında olmak bazen yetmiyor.

     Bir abajura bakıyorum, ne güzel, bir ağaca bakıyorum ne güzel, bir çocuğa bakıyorum ne kadar güzel, bir eve bakıyorum, o da güzel. Bir vapura biniyorum mucize, bir denize bakıyorum inanılmaz, bir kadın hamile, inanması güç geliyor, bir aynaları görmezden geliyorum.

     Bazen seviniyorum. Sevinçten içim içime sığmıyor, beni bir sen anlıyorsun diye. Bazen öfkeden çılgına dönüyorum. Öfkemin içinde öyle çok şey oluyor ki bir sürü filmin bir sürü güzel sahnesini gösteren televizyonlar bir bir patlıyor. Öfkeden yüzüne bakmıyorum. Yüzüne bakmasam sen yine anladığımı ben de senin anladığını biliyorum. Ama bilmek bazen yetmiyor. Bunu da biliyorum. Ağzından bir cümle çıkıyor sonra. Kurduğun cümleye onlarca kişi şahit oluyor ve hepsinin kafasında aynı soru işareti oluyor bir ‘acaba’ ile birlikte. Ben gülümsüyorum, çünkü ben her cümleyi o ‘acaba’ için kuruyorum.  
 
 
DEVAMI...

20 Ağustos 2013 Salı

kayıp.





     Nerede olduğunu bulamıyorum. Oysa hep bilirdim. Hep bilip ya da sonradan öğrenip bildiğimi düşünürdüm. Bu sefer bulamıyorum. İçimde bir şey kayıp gibi. Bu her zaman değil ama zaman zaman beni çok huzursuz ediyor. Uzaklara bundan bakıyorum. İçimden seninle konuşamamaya başladım. Sanırım beni en çok zorlayan bu oluyor.  Hayatım her zaman zorlu dönemeçlerden geçiyor. O dönemeçler yol ayrımı barındırabiliyor da içinde. Ama sen yokken o da olmuyor. Seninle konuşamadan ayrılamadığım yollarla dolu geçmişim. Ve geleceğim. Bu sefer bulamıyorum.

     Sana anlatmak istediklerimi de biriktiremiyorum. Mesela eskiden gün içinde kafamı meşgul eden her ayrıntı belli bir süzgeçten geçtikten sonra sana anlatılmaya değer olanlar sırasına giriyorlardı. Şimdi hayatımda sana anlatamayacağım şeyler bile var. Anlatmayı istesem bile anlatamayacaklarım da var üstelik.

Yani evet şükrediyorum, yine de şükrediyorum ve beni affetmesini diliyorum bu fani telaşlarım için. Ama bu aralar ettiğim şükür bile eksik sanki. Dolu bir teşekkür edemiyorum çünkü içimden alınmış bir minnet duygusu da var. Sen yoksun diye minnetsiz olma hali.

      Ne istediğimi bilmiyorum. Seninle konuşsak ne istediğimi ben yine bilmem ama en azından kafam daha net olur. Yani diyorum ne isteyip istemediğimi umursamam. Ama.. seninle konuşmayı da tam olarak istemiyorum artık. Yani diyorum ya, ne istediğimi gerçekten bilmiyorum.

      
Her şeyin başı sağlık, bunu unutmamam gerekiyor, onu biliyorum. Bu fani telaşlarım için beni affet.


<iframe width="560" height="315" src="//www.youtube.com/embed/tTlZSYxTi9M" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>



DEVAMI...

14 Nisan 2013 Pazar

kat kat








“Kâinat lahana gibi, yaprak yaprak, kat kat” *




gerçeğin bin bir türlü hali var diyordu. gerçeğin her halinden bana bakıyordu. gerçeğin çeşitli hallerinden farklı gözlerle bana bakarak benim bin bir farklı halimi görüyordu. o görüyordu. seninle konuşamıyoruz dedim ona. seninle hiç konuşamasak da nasıl anlaşıyoruz buna şaşırıyorum dedim. o aynada gördükleri kadar gerçek gözlerle bana baktı yine. aynada gördüklerin bile ne kadar değişiyor dedim yıllandıkça. gidip sakallarını tıraş etti, saçlarını kesti ve tekrar aynaya baktı gerçeğin bilmemkaçıncı halindeki gözleriyle. aynada gördüğün farklı bir sen mi dedim ona. o yine bana sustu.

gerçeğin bin bir türlü hali vardı, gerçeğin hangi halini görüyordu?seninle hiç konuşamıyoruz dedim ona. seninle böyle susarak gerçeğin hangi halinde konuşuyorduk? o yine bana sustu.
bazen en doğru cümleler bile geldiği anlamlara gelmez; içimde bir yer var, içimde binlerce yer var ve ben tüm bu yerleri her gözümü açıp kapadığımda bir diğer saniyeye taşıyorum o yerleri dedim ona. bu cümledeki hiç bir kelimeyi kullanmadan.

*Tanpınar


DEVAMI...

12 Mart 2013 Salı

kime ne.








Kimi müspet hisler bizi yaklaştırır birine, kimi müspet izler uzaklaştırır. Üstelik benzer hislerin bu iki farklı durumu yaratması hali aynı zaman dilimine denk düşebilir, gün olarak, yıl olarak, saat olarak farklılık gösterse bile. Ve kimisi bir şey yaparak herkesin ilgisini çeker, kimisi bir şey yapmayarak birisinin.

Aklımdan bunlar geçiyordu sen konuşurken. Aklımdan bunlar geçerken sınavlarda aldığım notlar kafamı kurcalıyordu, ertesi gün mesaiye kalıp vizyona girmesini uzun süredir beklediğim filmin ilk gösterimine gidemeyecek olmam, çantamda duran ve tüm gün okumaya fırsat bulamadığım kitap, maaşımı geç aldığım için geciken kredi kartı taksitim ve bir arkadaşımın değiştirdiği saç renginin ona yakışıp yakışmadığı.

Seninle konuşmayı bu yüzden seviyorum dedim. Seninle konuşurken o kadar fazla pencere aynı anda açık oluyor ki beynim hava alıyor. Afalladın. Benden böyle cesur cümleler duymaya alışkın değilsin. Ben parmaklıklar ardında kuş yapan insanlar gördüm diyorum sonra, kuş olan da. İlgini çeken bir hikaye karşına çıktı mı kaçırmazsın bilirim. Soru sorarak konuyu açarsın. Ben bazı cümleleri sırf sen konuyu aç diye de kurabilirim aslında. Anlatıyorum sonra sana, hem de tüm ayrıntılarıyla bir hikaye daha, anlattığım tüm hikayeler yaşamıma dair oluyor ve senden başka kimse o ayrıntıları sormuyor. Öğretmen olsaydım benim sorularıma güzel cevap veren öğrenciler yerine bana güzel soru soranlara en yüksek notları verirdim diye düşünüyorum sen soru sorarken bile. Yine bir pencere açılıyor. Zihnimde bir yer öğretmen hayali kurmaya devam ediyor.

Hikayenin sonlarına doğru ilgin dağılmaya başlıyor. Döneceksin. Döndüğün yerde bana ait ne var diye düşünüyorum. Bana ait bir şey olursa zihninde bir yer benimle meşgul olabilir çünkü, zihninde bir yer benimle meşgul olsun istiyorum. Zihnimde bir yer seninle meşgul oluyor ve zihnim meşgul olmayı seviyor ve kendi meşguliyetlerimi seçebileceğim bir ömür düşlüyorum.

Ve hikaye biriktiriyorum.

Okuldan çıkan çocuğun annesine arkadaşına gitmek için ısrar edişini, annesinin evde yemek yok diye reddedişini, çocuğun arkadaşının annesinin onu nasıl ikna ettiğini, aklıma okuduğum kitaptaki çocuğun dondurmayı yerken nasıl cenneti hissettiğini ve dondurmayı sırf üzerine damlatacak diye endişelendiği için yiyip bitiren dedeyi ve çocuğun yaşadığı hayal kırıklığını hatırlatışını, metrobüste yanımda oturan üniversiteli gencin yolculuk sırasında telefonla konuştuğu kız arkadaşıyla nasıl kavga ettiğini ve hatta ayrıldığını, nasıl saygısız konuştuğunu ve bir aile dostumuzun oğlunun kız arkadaşıyla benzer bir konuşma yaptığını şahit olduğu vakit o ilişkinin biteceğini nasıl anladığını anlatışını, buna üzüldüğümü, iki koca adamın önlerinden geçen liseli iki kıza nasıl laf attığını, bunun bana düşündürdüğü şeyleri, denizi ne kadar sevdiğimi, çiçekleri ne kadar sevdiğimi her gün yeniden hatırlayışımı ve bahar geldiği için nasıl mutlu olduğumu, ağaçların üzerinde gördüğüm o beyaz çiçeklerin bende yaşattığı düğünleri, kitapçıda rüştü onur kitabı gördüğümde hissettiğim şeyleri –sırf kelebeğin rüyası popüler bir film diye çıkan, çıkarılan- , beğendiğim mobilyaları birbirine nasıl uyduracak oluşum konusunda duyduğum endişeleri, fani dertlerimi, hepsini ama hepsini bir sonraki görüşmemizde anlatacağım diye biriktiriyorum. Bir dahaki görüşmemizde sana bunların hepsini en ince ayrıntılarıyla anlatmayacağımdan emin olabilirsin. Olmayabilirsin de.

Emin olmak nasıl bir histi sahi?

Bunu konuşalım.




DEVAMI...

11 Şubat 2013 Pazartesi

sanat sanat içindir.






Elimizde değil, hayrete düşürüyoruz güzel bir manzara karşısında. Oysa bir şeye sanat demek için insan eseri olması gerektiğini öğrettiler. Buradaki hayret bir sanat eseri karşısında hissedilenle mukayese edilebilir mi diye geçiriyorum içimden. Sen tutuyorsun içimden geçeni ve susuyorsun.

Bugünlerde inceliyorum. Çocuklar hala aynı resimleri yapıyorlar yerli malı haftası diye ve ben çocuklara bakar gibi şefkatle onların yaptıkları resimlere bakıyorum. Sonra dört mevsim tablolarına, ilçe haritalarına, sıralarının üzerindeki yazılara... Ve ben onlara bakarken yine kendimi aynada izler gibi oluyorum, çünkü her şey değişiyor ama hiçbir şey değişmiyor aynı zamanda.

Sana dünya senin yanında daha güzel dönüyor diyorum ama aslında ben dünyanın döndüğüne inanmıyorum. Hissetmediğim bir şeye inanmamak gibi bir huyum var. Belki bulutlar dönüyor sadece diyorum çünkü arabayla giderken buluttan daha hızlı sürsün şoförler diye dua ediyorum. Üstelik bu oyunu oynamanın yaşı yok, 27nin sonlarına geliyorum. Bunu ayaklarım yere basarken hatırlamıyorum bile.

Sonra bir cümle kuruyorum. Bir büyü oluyor ve bazı cümleler abrakadabra. Büyü varsa vardır diyorum, yok saymak manasız, sen boşuna bir mucize olmasını bekliyorsun, içindeyiz o mucizenin. Bunu düşünüyorum ve bunu düşünmek beni mutlu ediyor. Bunu düşünüyorsun, bunu düşünüyorsun ve bu seni mutsuz ediyor. Ne kadar varlıklı olursam olayım beni mutlu edecek şeyler şimdikilerden farklı olmaz diyorum sana, güneş gören bir pencerenin önünde saksıdaki çiçekleri sulamalıyım, sularken şarkı söylemeliyim ve bu belki bir şarkıdan mirastır bana. Ben o şarkıyı mırıldanırsam aynı anda geçmişimi çiçeklere veriyorumdur su diye. O nereye koyacağımızı bulamadığımız geçmişimizi koyacak yeri buldum derim sana eve gelince. Kollarıma bacaklarıma ekledim onları, o kadar anı başka nereye gider? Uzuv diye kendime kattığım sahneler aynada yüzümü daha güzel gösteriyor derim sana başka bir zaman. Sen susarken başka birinin ağzında bir cümle durur, o o cümleyi başka birine anı diye anlatıyordur, o anı benim uzuvlarımdan birine çarpıyordur, çarptığı yerde bir sızı oluyordur, o sızı günlerce içimde dolanıyordur, üstelik tüm bunlar sen böylesin diye, ben böyleyim diye ama nasıl oldu da biz çarpıştık diye oluyordur.

Sonra;
sızı geçiyordur sonra. Ben o sızıyı da alıp bacaklarıma ekliyorumdur, çünkü başka türlü boyum uzamıyordur. Senin yanında dünya daha güzel dönüyordur ama sevgilim, ben o dünyaya değmiyorumdur. Yoksa saksıdaki çiçekler güzel, onları sulama saadetini bana yaşattığın için teşekkür ederim.


DEVAMI...

18 Ocak 2013 Cuma

şevkattepe




Seninle kavuşmamız elbette bir ihtimaldi. Onca senden bir tanesi onca benden bir tanesine temas edecek, sonra aynı anda birleşmeyi isteyecek. İhtimaldi.

Mesela aynı kafede oturmuş aynı şarkıyı dinliyorlardı hepsi. Hepsi aynı yerde aynı eylemi gerçekleştiriyorlardı ama hepsi birbirinden farklıydı aynı zamanda. Bunun farkına varmam ise zaman aldı, 28 yıla yakın bir zaman. Yani demek istediğim hep ardına gizlendiğim yalnızca bir ikinci kanal değildi. Onun başka başka kanalları da vardı, senin de vardı, onun da vardı, hepimizin de. Ben kanal değiştirmek için farklı yollar deniyordum. Bir yolda ciddi adımlar atıyordum, birinde koşuyordum, birinde kaplumbağa hızıyla ilerliyordum. Hepimizin tanınmaya değer yönleri vardı ama bunları herkesin bilmesi gerekmiyordu.

Sonra birinin bağışıklık sistemi zayıf düşüyordu, bir diğeri yorgun oluyordu, kiminin uykusu geliyordu çoktan, kimi çoktan uyumuştu. Onlar uyurken gecenin getireceklerine şahit olmamak için gözünü bile kırpmayanlar vardı. Hepsi aynı bedenin içinde hayat buluyordu. Beynimizin kaç kıvrımı vardı? Aynı olaya kaç farklı açıdan bakılabilirdi?

Ben bunları düşünürken senin kafanı taşla eziyorlardı belki, ben seni alıp şevkattepeye kaçırmak istiyordum, sen gelmek istemiyordun. Birinin sana merhamet etmesinden nefret ediyordun ve bunu kanıtlamak için o taşları kafanla ezebilecek gücün hep vardı.

Sonra bilmediğin sokaklardan birinden geçerken kiralık bir ev ilanı görüyordun, bir sen o evde gözü gözüne değen herkes olsun istiyordu, bir sen o evdeki her şeyi görmek istiyordu, bir senin o evde senden başka kimseye tahammülü yoktu.

Bu farklı senleri sen de kanal değiştirmek için kullanıyordun. Tahammülünün zorlandığını hissettiğin an kanal değiştiriyordun. Olaya farklı bir açıdan bakma oyununun bir başka yoluydu bu. Böyle zamanları silinebilir hafızana alıyordun. Böyle zamanlarda yaşadıkların diğer senlerin yaşayışına büyük zarardı. Senin o hafızaya attığını başka biri odasının duvarına resim diye asıyordu, etrafına kırmızı karanfiller koyuyordu, karanfiller kuruyordu çünkü çiçek dalında canlıdır.

Seninle kavuşmamız elbette ihtimal dahilinde. Bir gün kalbimiz atmayacak inanabiliyor musun? Yumruklarımız sıkılı kalacak. Ama bir tanesi olaya farklı açıdan bakıcak. O kanalda kalbimiz hala atıyor olacak.



DEVAMI...