Manşet

9 Ocak 2014 Perşembe

ilham.




*Her günüm başka Leyla, çok üzgün olabilirim. Bu yürek benim değil mi, yollara atabilirim.

Bir teselli biçimi olarak ilham: sen gelmediğinde gelirdi.
Bir armağan olarak ilham: yanında getirdiğin hediyeydi.

Seramik fincanda çay içiyorduk. Bardağın üzerinde desenler vardı. Sen bardağı kaldırıp indiriyordun. Birer yudum içiyordun, yavaş yavaş. Sen bardağı ağzına götürdüğünde şehrin bütün ışıkları yanıyordu. Kuşlar cıvıl cıvıldı bir ben duyuyordum. Evin kapısından bir çocuk çıkıp bisiklete biniyordu çünkü oralar hep düzdü, bisiklet kullanmaya müsait.  Bardağı masaya tekrar bıraktığında köprünün ışıkları sönüyordu. Rüzgar esiyordu, evlerin çatılarına bir şeyler oluyordu. Hırsız gelip çocuğun bisikletini çalıyordu ve içimdeki tüm kuşlar ölüyordu. Sen ben bardağa bakıyorum sanıyordun.

Seni konuşarak seni susarak seni daha iyi anlamaya çalışıyordum her seferinde. Bu benim yaşam amacım gibi bir şey olmuştu. Bazen elimi göbeğine dokunduruyordum usulca, çünkü birinin göbeğine dokunmak anne karnına dokunmakla eşdeğerdir. Dünyaya geldiğin zamandaki şartları daha iyi bilsem belki, seni doğuranı daha iyi bilsem belki, yazını okuyabilsem belki ve yazını yaşarken neler hissettiğini bilsem belki daha iyi anlarım diyordum.

Bazen kasten yaptıklarını dinliyordum senden, bazen kasten yaptığını söylediklerini başkalarından ve bazen istemeden yaptığını söylediklerini. Hangilerini gerçekte kasten yaptığını hangilerini gerçekte istemeden yaptığını hayal ediyordum sonra bir bir. Masaya ihtimalleri koyuyordum. İhtimalleri sıralayıp tabi yine daha iyi anlamaya çalışıyordum.

Şiirler okuyordum. İçinde acı olan her şeye saygım vardı. Saygım vardı çünkü acı çekebilmek bence büyük sanattı. Acı çekmemek ise bir tercihti. Ama bir de istemeden acı çekenler vardı ki bence cennetlikti onlar. Cennet tüm acı çekenlerin ayağının altındaydı ama cennet için bile acı çeken birinin ayaklarını öpmeyi tercih etmezdiniz.  Ben yemekler yapıyordum ve içine bol acı katıyordum. Acı yemekler yiyince cennetlik olmuyorduk ama.

Tüm umutsuzluklar güneş yokken oluyordu. Mesela ben birkaç gün güneşi görmesem yüzüm sirke satmaya başlayabilirdi. Dünya bu şartlarda kötü bir yerdi.

Sabah güneşi görürsem dünyanın en mutlusu bendim. O gün seninle deniz kenarında otursak, o çayı çay bardağında içsek ben bu kara yellerinden uzakta senin annenin karnından sana doğabilirdim.





DEVAMI...