“Aslında o kadar da önemli biri olmadığımızı anladığımızda neden üzülüyoruz ki?” diye sormuştu o gece. “Bunun temel bir aydınlanma anı olması gerekmez mi? Hepimizi önemli insanlar olduğumuza inandırdılar. Sonra da çekip gittiler.”*
Tıpkı yazarın dediği gibi oldu. Yazarın adının kahine çıkışı geleceği görüyor diye olabilirdi. Bir kaza oldu ve her yer aydınlandı. O gece arabada yalnızca sen ve ben vardık. Sen tüm camlar kırılırken bana bakıyordun, bense kırılan camlar bir tarafına batmasın diye seni kolundan tutmuş sürüklüyordum. Sürüklediğim yerin ve de yönün ne sen farkındaydın ne de ben önümü görebiliyordum. Şaşırmakla meşguldük. Ölüm bize olağan geliyordu ama ölüme yaklaşma eyleminin içinde olma hali bizi yine de şaşırtıyordu. Tüm bunları yazacağımızı sen de ben de biliyorduk ve olaydan uzaklaşmayı bekliyorduk. Bir kaza oldu ve her yer aydınlandı. Tüm camlar kırılırken çoktan başka bir bakış açısı bulmuş kendimize olaya dışarıdan bakıyorduk. Hislerimizi algılamaya çalışıyorduk mesela, gözlem ruhumuzu geliştiriyor ve bir bir her hissimizi tanımlamaya çalışıyorduk. Ortalık aydınlanmaya devam ediyordu. Daha sonra o hisleri birbirimize nasıl anlatacağımızın alıştırmalarını yapıyor içimizden, olaydan uzaklaşıyorduk. Her şeyi daha net görüyorduk. Her şeyi daha net görmek elbette kendi tercihimiz değildi ama başka türlüsü bilmiyorduk. Başka türlüsünü yapabilenlere ise şaşırıyorduk.
Ben yıllar önce bir kaza anını yazmıştım, arabayı adam kullanıyordu, adı “Demir” di ve kadının yanında demir gibiydi. Ben yıllar önce adı “Demir” olan bir adamı anlatan o yazıyı yazdığımda bir adam adı “Demir” diye o kadar sertti ki o sertliği başka bir isimle tanımlamak aklımın ucundan bile geçmemişti. Ya da demir benim için o kadar sertti ki o kadar sert bir adamı ancak “Demir” adıyla anlatabileceğimi düşünmüştüm.
Artık biliyorum, demir o kadar da sert bir madde değilmiş. O kırılıp bükülürmüş, paramparça bile olurmuş ama kafalarımız sapasağlam kalabilirmiş. Adama “adam” demek, “demir” in yanında hiç birşeymiş.
*emrah serbes