Manşet

25 Aralık 2010 Cumartesi

her temas iz bırakır.


hiç bir felsefi akımın etkisinde kalmadan acı çekiyorum.

ve ömrümde ilk defa cesetleri değil,
katilleri arıyorum.

kitaplarda yazmıyor dünya, bir adamdan öğreniyorum.
korkma anne, korkma baba, adam olmaya çalışıyorum.
adam olmaya çalışıyorum.

DEVAMI...

25 Kasım 2010 Perşembe

Mim mim


zeynepçim canım beni mimlemiş sağolsun :) daha önce de mimlenmiştim ama ilk defa mimleyeceğim galiba.. bu mim şöyle imiş:

"Kitaplığınızın karşısına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin. Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız ya da hediye gelmişte olabilir anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın. Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu! 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin.



Mim Kuralları:


- Mimlenenler mimi cevaplamak zorundadırlar, mim bozulamaz.
- Mimin bozulması teklif dahi edilemez.
- Mim yalnızca 3 kişiye gönderilebilir.
- Karşılıklı mimlemeler yasaktır.
- Mim, her bir blog için sadece bir kez cevaplanabilir.
- Mim kurallarının ilk 6 maddesi değiştirilemez."




kitaplığımın hangi rafının üzerinde gezdirsem elimi derken hukuk kitaplarının olduğu bölümden epeyce uzaklaştım önce (bu da benim torpilim olsun:)) sonra belli bir düzeni, yerleşimi bilmemnesi olmayan sevgili kitaplığımın üzerine Goethe'nin "gönül yakınlıkları" kitabının üzerinde durmuş elim. itiraf edeyim, 55. sayfada yazmaya dair bişeyler bulamasaydım yazmaz vazgeçerdim amma velakin sevgili Goethe'ciğim de benim geçmiş zamanda yazdığım bir yazıda "Harf çeşitlerine yazı karakteri denmesi bence çok anlamlı, karakteristik özellikleri olduğu doğru çünkü. Hem ben yeni kelimeler keşfetmeyi çok seviyorum" diyişim gibi harflerle oynadığından, şu paragrafı buraya koymayı uygun gördüm. (gerçi burada benim kastettiğim anlamda harflerle oynamak yok ama yine de harflerden kısmen de olsa karakter yapılmış, o yüzden kendime atıfta bulundum. Zaten altını çizmişim:))



Goethe:Gönül Yakınlıkları

"bunu inkar edemem" dedi Eduard. "garip teknik terimler, onlarla ilgili düşüncelerini fiziksel gözlem yoluyla sınanmamış ya da temsil ettikleri kavramları tam olarak anlamamış birine kullanışsız hatta saçma gelecektir. ama şimdilik, sözünü ettiğimiz bu ilişkileri harflerle kolayca ifade edebiliriz".

"eğer ukalalık olarak görmezseniz", dedi yüzbaşı karşılık olarak, "şüphesiz ki söylediğim şeyleri böyle sembollerle özetleyebilirim. b'ye sıkı sıkıya bağlı ve çeşitli yöntemlerle, hatta güç kullanarak dahi ondan ayrılamayan bi a düşünün; bir de d ile arasında benzer ilişki olan bir c düşünün; şimdi iki çifti birbiriyle temasa sokun; biz önce kim kimi terk etti , kim diğeriyle birleşti fark edemeden ; a d ile, c de b ile yakınlaşacaktır".


kitap hakkında ise söyleyebileceğim, Goethe'nin en sevdiğim kitaplarından birisi olmakla birlikte bence Genç Werther kadar ses getirmesi gereken bir kitaptı demeden geçemeyeceğim bir kitaptır. he bi de onu beğenenler bunu da beğenir tahminimce gibi de bir genelleme yapayım hiç sevmesem de..:)


işte böyle a dostlar.. bilgilerinize sunar, zeynepçiğime ve Goethe'ye teşekkür eder, 3 kişiyi mimlerim :)

seda şener nam-ı diğer ahretlik :) , emre varışlı veee serap çakır olsun :)
DEVAMI...

21 Kasım 2010 Pazar

selective perception


but if you are blind, i have nothing to do,


may be later..

is that ok?

DEVAMI...

25 Ekim 2010 Pazartesi

sen de yaz yaz yaz..


Tercihler ve tercihler arası doğan çelişkilerden oluşan bir dünya… Adına “yaşantı” diyoruz. Ama bir de daha biz tercih hakkımızı kullanmadan sahip olduklarımız var. Ailelerden, kan hısımlıklarından, evlerden ve arabalardan bahsetmiyorum. Bazılarımız dünyaya gelirken “çok sesli” geliyor. Burada bahsettiğim “seslilik”, bir bebek ağlamasının karşılığı değil. Hani şu oyuncuların dillerinden düşürmediği cümle var ya: “Sahnede istediğim kişiliğe bürünebiliyorum,” gibi. Ama bundan önce cevaplarına göre farklılık gösteren başka bir soruyu dile getirmeliyim: Yazar niçin yazar? Ya da, kim yazar?

Az önce bahsettiğim çok seslilik, belki buna cevap bir anlam teşkil edebilir bu noktada. Çünkü insan yazarken kendi olmak zorunda değil, yazdığı- düşlediği bambaşka bir dünyaya dâhil olma arzusu, yazarın yazma isteğini karşılayabilir. Kimine göre bu istek, zaman zaman ya da belki her zaman nefes almak, yemek yemek, uyumak gibi tüm insanî faaliyetleri karşılayacak yegâne eylem olabilir. Yazmanın nedenlerini, düşlemek ekseninde ele alınca işte bu yazdığın kişiliğe bürünmek, düşte olmak, düş yaşamak gibi kavramlar dökülüyor zihnimden.

Yazma eylemine bir ifade etme aracı olarak bakarsak eğer, bir takım kalıplar çıkıyor karşımıza. “Yazarlar pek konuşmayan insanlardır; kendilerini en iyi yazarak ifade ederler,” gibi bir cümle okumuştum bir yerlerde. Kesinlikle katılmıyorum. İfade etmenin sanatını yapan birinin kesinlikle hitabet sanatını da becerebilmesi gerekir. Ben bunu kendimce gereklilik olarak dile getiriyorum ama belki bu inancı taşıdığım için öyle olmaya çalışıyorum.

Son olarak, yazmasaydım ölürdüm demek, benim için bir tercih meselesine dönüşüyor. Yazmayı tercih etmediğimden içimde ölen birçok ruh, sayfalarca hikâye var. Mezarlık gibiyim. Ama yine de bazen cümle kurup hayat veriyorum bir şeylere, birilerine, bir yerlerde… Bir kadının kitap yazdığı için öldürülmeye mahkûm edildiği günlerden bugüne yazmayı tercih edebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.
DEVAMI...

26 Ağustos 2010 Perşembe

en iyi 20 genç yazar

yarısını tanımamak ve bu yüzden kendini kötü hissetmek...


http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/42492-yasam-en-iyi-20-genc-yazar/1
DEVAMI...

imza mimza





cuma günü imza günüm varmış benim, gelsenize :)


http://www.carpediemkitap.com/Icerik/Kitaplarimiz/Ruha-Dokunanlar/Ne-Demis-Goethe.aspx
DEVAMI...

15 Ağustos 2010 Pazar

Ölü peri olur mu?


*Sen yalnızca üç benekli beyaz bir kedisin.

Bazen yüzün geliyor gözümün önüne, aynaya kızıyorum. Ligeia’nın ruh gösteren aynasının aynısından istiyorum. Artık kendiminkine güven-miyorum.

Bazen gözün geliyor gözümün önüne, iyi adam olmak konulu konferanslar veriyorsun. İyi kadın olamadığım için kendime küfrediyorum. Melek gibi değilim, hem kanatlarım da yok. Ama ben iyi ağlarım, iyi ağlamak yürek ister. Ama iyi ağlamak iyi yürek istemez, yaşayarak öğreniyorum.

Sana her şeyi anlatmak istiyorum aslında ama neresinden başlasam konusunda etmediğim tereddütü her seferinde, neresinden başlamamı istersin diye yaşıyorum. Hem sonra, başladığım yeri bitirdiğimde hala dinliyor olur musun beni?

Sana ne anlatsam diye ise hiç tereddüt etmedim. Kalabalık olduğumuz zamanları saymazsak –ki iki kişinin yalnızca tek ve asıl yüzlerinin birbirlerine dönük oldukları zamanlar neden bu kadar az oluyor anlamıyorum-…

Biliyor musun ben küçükken sarışın, mavi gözlü olmak isterdim. Sonra büyüyünce fark ettim ki bütün bebeklerim sarışın ve mavi gözlüydü o sıralar. Yani şimdi ben küçükken bebeklerim gibi olmak isterdim, onların dünyasını ben kuruyordum çünkü. Oyuncak dünya, benimle oynama!

Kurmak istediğim internet siteleri oluyor zaman zaman… Ama neden sonra gerçek siteler kurmaya gidiyor aklım, gönüller buluşsun, çardaklar kahkahalarla dolsun. Ama -neden sonra- aklıma geliyor ki bir yanım sitelerden, birbirinin aynısı görünen evlerden nefret ediyor. Güvenlikli bir dairede oturmaya da karşıyım. Hem ben ikizlerden bile korkarım!

Ne neşeli kalabalıklar içindeydik biz diyorum bazen, o zaman her şey yalan geliyordu bana, içinde yaşadığım tek gerçek sanki ilelebet sürecek… Neşeli yalnızlıklar içinde hissediyorum kendimi giderek. İçinde bulunduğum tek gerçek ve ilelebet sürecek. Yeteri kadar mutlu olduğumu hiç sanmıyorum, hem çok sıcak, terliyorum.

Hala kedileri çok sevimli bulmuyorum, kucağına aldığın yavru kedileri saymazsak. Kucağına aldığın kedilere ne oldu? Öldüler mi? Kediler ölür mü? Kediler ölürken özür diler mi?

“Yüzün yüzüme şüphesiz bir gizli geçitti”*

Davullar çalıyor davullar. Davullar çalıyor, uzaktan hoş geliyor mu sana da sesleri? Her davul sesinde bunu düşünüyorum “davulun sesi uzaktan hoş gelir mi, uzaktaki davul sesi hoşuma gidiyor mu gerçekten” diye. Yoksa yalnızca mecaz mı bu. Yoksa bu da yalnızca mecaz mı? Yoksa mecaz mı?

Davullar örften,adetten çalıyor. Davullar uyandırmaya çalıyor birilerini, teknoloji çağındayız değil mi, uyanacak olan saatlerini kuruyor. Ben hiçbir saati duymuyorum ama. Tamamen psikolojik. Bana desen ki kırk gün uyuma, sana yıldızları getireceğim, kırk gün uyumam ama… Hiçbir saati duymuyorum.


Dün gece beni rüyamda atlı kovaladı. Atlının yüzünü görmeye çalıştım ama koşarken arkama bakarsam düşerim diye bakamadım, göremedim, bilemedim. Kendimi kandırmıyorum. Sen de biliyorsun koşarken arkama bakıyorum. O yalnızca rüya.
Çöl güzeldi ama, rüyada çölde koşmak ne anlama gelir araştırmasını sana bırakıyorum. Peri değilim ama ölürken özür dileyeceğim, söz.

*K. İskender: Periler Ölürken Özür diler
DEVAMI...

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Ben bazen!


Dost musun düşman mısın söyleyebilir misin? (-ebilmek ekini kibarlıktan kullanmadım. Çünkü kibar bir insan değilim.)
Ayağımda prangalar var cidden, bir adım ileri gidemiyorum, bazen hep aynı yer, o prangalar ileri götüremeseler de geriye götürebiliyorlar ne fena!

Bugün otobüsteyken insanların güzel yanlarını görme oyunu oynadım, (otobüste canım sıkıldığında hep zihinsel oyunlar oynarım!) bir adamı çirkin gördüm diye kendimi suçlu hissettim, sonra onu tanımak istedim en güzel yanını bilmem gerek gibi…

Sıcaktan bunalmıyorum, sıcağın üzerimdeki etkilerinden bunalıyorum yoksa ben sıcakları severim ayak uyduramayan bensem sıcağın suçu ne di mi ama?!

Bazı evler bana oldukça hoş geliyor ama denizin dibinde yaşamak isteyen ben, depremden kaçan ben, içimdeki birçok ben bu kadar çelişik olmasaydı birbiriyle diyorum…

Beni heyecanlandıran şeylerin üzerine gitmeye korkuyorum bazen, sonra öyle duvarlar örüyorum ki önüme her babayiğidin harcı değil bence. Bazen de beni heyecanlandıran bir şey bulunca çok heyecanlanıyorum. Ben zaten heyecanlı bir insanım. Bunu unutmamalıyım!

Bahçeden sebze toplamak çok mis kokulu bir şeymiş!

Güzel kokulara ayrı bir hayranlığım var, parfümlere bile…

Bazen ben çok sinirleniyorum ama bazen sinirlendiğim için kendime çok kırılıyorum işte onun tamiri biraz uzun sürüyor.


Hayatımdaki bazı insanlar öyle çok, bazı insanlar öyle az ki. Ama neden onlar azalırken ben küçülüyorum?

Güzel fotoğraflar çekmek isterim tabii ki, güzel fotoğraflar güzeldir. Güzel fotoğraflar bazen hiçbir anlamları olmasa da güzeldir. Hatta kimsenin güzel bulmadığı fotoğrafları güzel bulduğum zamanlar olmuştur epeyce. Güzel fotoğraflar gerçekten güzeldir. Fotoğraf olsalar bile!

Bakan gözlere hayranım!

2 tane koltuk var, o iki tane kodluğu dev kitaplığımın önüne koyucam bi gün, odamda kitaplar okuyacam, tepemde loş bi ışık, içimde melodin, rüzgara perdeyi sallayacak, sen geldin sanıcam, huzur hayali!! (yıllar önceydi, "karşımdaki koltuk boş" diye sayıklarken ben, sen cevap vermiştin!)

Harf çeşitlerine yazı karakteri denmesi bence çok anlamlı, karakteristik özellikleri olduğu doğru çünkü. Hem ben yeni kelimeler keşfetmeyi çok seviyorum. Keşiflere tutkunum.( sizin bildiklerinizden değil)

Öyle dumanlar gördüm ki zaten yoktular!

Allahım bir buluta çevirdiğinde başını, "yalnızca bir bulut" gören zihinleri benden uzak eyle! AMİN!

Şimdilik bitti.
DEVAMI...

4 Haziran 2010 Cuma

ah o gemide ben de olsaydım


obama ebenin örekesine
bacağım girsin de ağzından çıksın
israilli erler karının kuru
ambarına bombaları tıksın da tıksın.

piçlerini al git ortadoğu’dan
cümlesi kongre’ni düzsün sıradan
sivil yahudiler candır, buradan
asker götür ağzına sıçsın da sıçsın.

zulmün kanununu yazsam yeniden
kitabını sana itsem geriden
israil hükümeti inler beriden:
‘ordan çıkartıp bize soksun da soksun.’

o gemide ben de olsaydım eğer
kobrayı salardım aştot’a, meğer
israilli bütün kadın faşistler
modern türk şiirine doysun da doysun.

küfür haram amenna lakin bu savaş
başladığından beri korkunç bir telaş
içindeki siyonist yazar arkadaş
lar benden çok hicap duysun da duysun.


ah muhsin ünlü'nün yayınlandıktan biraz sonra afilifilintilar.com adresinden kaldırılmak durumunda bırakılan son şiiri



ve şiirinin ardından yapmış olduğu açıklama:

http://www.afilifilintalar.com/index.php/su-benim-%E2%80%98son-siir%E2%80%99-meselesi%E2%80%A6




şiirin ardından yapılan son açıklama ise şöyle, bu açıklamadan sonra kendi klasöründen silinmiş yukarıdaki şiir, ben de silerdim fakat yazının da anlaşılması için kalması taraftarıyım bu sebeple şiiri silmiyorum ancak son yazı şudur :


http://www.afilifilintalar.com/index.php/kardeslerim-alin-size-ankara%E2%80%99dan-nedamet-getirdim
DEVAMI...

30 Mayıs 2010 Pazar

"eurovision 2010" izledim ne olmuş?


"Hadi izleyelim" diye oturup kalkamadık ekran başından. Ben de dedim madem izliyorum şarkı şarkı neler geçmişse aklımdan, sizinle de paylaşayım. Not aldım, izlerken aldığım notları aynen paylaşıyorum. Videoları da koyacağım lakin ikinci kez izlemeden yaptığım yorumları yazacağım, bilginize.. :)

1- Azerbaycan
Safura- Drip Drop

Neden merdivenden indiğini anlamadım vokalin. Kadının sesi daha iyi olabilirdi, ya da sesi daha iyi olan bi kadın seçilebilirdi. Bağırırken kendini yoruyor bu kadın. Drip Drop kısmı fena değil.



2- İspanya
Daniel Diges - Algo Pequeñito (Something Tiny)

Sahneden oyuncaklar var sanki, çok güzeller. şarkı adı gibi, sahne şovunu sevdim. Ama ikinci erkek vokal çıkacağına bir kadın çıkmalıydı, şarkı kendini öyle daha iyi gösterirdi sanki. Hem o siyah takım elbise o konsepte gitmiş mi hiç? Ama yine de şirin bi şarkı. (Bu arada sahneye biri çıkıp dansçılarla dans mı etti yoksa bana mı öyle geldi? yani öyle gibiydi ama eğer öyleyse ne kadar profosyonel insanlar bunlar... )




3- Norveç
Didrik Solli-Tangen My Heart Is Yours

Berbat. opera mısınız siz? Geçen sene kazandık diye boşvermişler gibi.




4- Moldova
Tira - Run Away

Disko gibi oldu sahne. Şov güzel. Şarkı eh. Sanki radyoyu açıp kapatıyorsun gibi. Kostüm güzel, makyajlar güzel. Şarkının erkek vokalinin girdiği yer daha güçlü. Keman şarkıyla çok alakasız, hiç katılmamalıydı.




5- Kıbrıs
Jon Lilygreen & The Islanders- Life Looks Better In Spring

Alicia Keys geldi aklıma, ne alakaysa. Orkestra komik. Sıradan bir romantik komedi filminde kız erkeği terkedince çalan kötü şarkılar gibi şarkı. Arkada parmak şıklatan vokaller çok komik. ama yazık çok heyecanlılar.



6- Bosna Hersek
Vukašin Brajić - Thunder And Lightning

Sisli sahne güzel. Kırmızı ceket güzel. Şarkı rock gibi ama Bon Jovi nin kötü şarkısı gibi rock yani hem rock gibi hem değil. Arkadaki grililerin neden bir ileri bir geri hareket ettiğini anlamadım.



7- Belçika
Tom Dice- Me And My Guitar

Kendi konseri olsa hoş bir perfonmans diyebilirdim. Çünkü aslında güzel . Şarkıyla birlikte adam fazla naif ve güzeller, kıyafeti de 60 lardan..



8- Sırbistan
Milan Stanković - Ovo Je Balkan

Şarkı çok güzel tam balkan şarkısı ee ne de olsa Goran yapmış! amaaaaaa ŞARKIYI SÖYLEYEN ERKEKMİŞŞŞŞ!!!!



(İspanya'da sahneye gerçekten birisi çıkmış ve 26. olarak tekrar sahne alacaklarmış ).

9- Belarus
3+2 Butterflies

O çocuğun sesi nasıl o kadar kalın. aaannnddd iiimmaaggiiineee kısmı berbat şarkının. Ve kadınlar kelebeğe çok yaratıcı hakkatten tebrik ederim. Saçmalık! Tek güzel şey piyanistin ceketi.



10- İrlanda
Niamh Kavanagh - It’s For You

93'te birinci olmuş bu kadın ama umarım o zamanki şarkı da bu kadar bayık değildir. Gerçi bir an Titanic başlıyo sandım ama ı ıh, olmamış.



11- Yunanistan
Giorgos Alkaios & Friends - OPA!

Şarkı süper, şov süper! horon tepme isteği uyandırıyor insanda. Bajar a benzettim ben biraz tarzlarını. Şimdiye kadarki en iyisi. davullar ve kemençe de süper olmuş.



12- İngiltere
Josh- That Sounds Good To Me

Yarışmacı yeni ergen 15 yaşında gibi ve sivilceli. Dansçı çocuklar şarkı söyleyen çocuğa kur yaparken 3 kız kutuların üzerinde öylece duruyor. çok kötü.



13- Gürcistan
Sofia Nizharadze - Shine

Şarkı iyi, kız güzel de dansçılar kızı sürekli yere yatırıp duruyorlarken kızın sesinde milim kayma olmuyor ya ona şaşırıyorum. Shine ışıklarına bayıldım.



14- Türkiye
maNga- We Could Be The Same

Ben bu şarkıyı sevmiştim zaten. Derinden gelen darbuka sesi güzel. Robot olmuş olmuş. hele ki bileklerini kesme sahnesi :) güzel güzel sevdimmm...




15- Arnavutluk
Juliana Pasha - It’s All About You

Sessiz bir kemanla başladı şarkı sonra sessiz kemancı çılgın kemancıya dönüştü. Madonna çıkmış gibi oldu sonra. Şarkı iyi, bu da dicko şarkısı gibi, we love 80's!



16- İzlanda
Hera Björk - Je Ne Sais Quoi

Şarkının ismi Fransızca, kendisi İngilizce. neden bilmem.. Ama kadın sahneyi dolduruyor (kötüyüm ben). Eksi sözlükte bir yorum şöyle diyordu : İzlanda yanardağ felaketinden sonra yıkılmadık demek için sahneye devlet gibi hatun çıkarttı! up tıs çık tıss olmamış. nakarattaki dırı dırı dırı dırı sesini sevdim sadece, Türk filmlerinde olurdu o ses :)



17- Ukrayna
Alyosha - Sweet People

Kırmızı ışık güzel, hatun güzel, sesi güzel, şarkı güzel.. ben bu kadını dinlerim ki daha sonra da. çok sevdim. çok depresif ve çok...




18- Fransa
Jessy Matador - Allez Olla Olé

hahaha çok komik zıp zıp zıplıyolar sahnede. Sanki brezilya dünya kupası finalleri için bu şarkıyı hazırlamış gibi. evet evet tam olarak böyle ama neşeli işte, yaz şarkısı.. :)



19- Romanya
Paula Seling & Ovi - Playing with Fire

2 piyanist, biri kadın. piyanoya bayıldım. şarkı yavaş sandım ama hızlıymış, iyi iyi öyle olsun.



20- Rusya
Peter Nalitch & Friends - Lost And Forgotten

Romantik besteleriyle tam olarak 80lerin slowlarını doldurttuğumuz karşık kasetlerdeki şarkılar gibi. elindeki karakalem kadın prtresi de bu fikrimi doğruluyor. Ve sahneye kar yağıyor... Soğuk tabi oralar...



21- Ermenistan
Eva Rivas - Apricot Stone

WAUWW hatuna bak! sahnede masal varmış gibi. şov güzel. Ve duduk! Şarkıda neden o dıp tıs çık tıs lar var ya lanet olsun! onlar bence batırmış, yoksa süper olurmuş. orada Djivan Gasparian duduk çalsıyor duyulmuyor bile!



22- Almanya
Lena- Satellite

Aylardır evde bu hatunu dinliyoruz ve ailecek seviyoruz. hatta birimiz oldukça hoşlanıyor da kendisinden, buradan kendisini deşifre etmiyim ama :) Şarkı çok güzel (zaten birinci oldu) .. bütün bunlar bir yana ama biz şovu hiç beğenmedik ve Lena ya siyah elbise giydirip kadın makyajı yapan Almanyaya olmamışşş dedik. yoksa o kız çok cici, giydireydiniz böyle renkli yazlık elbiseler, çiçekler böcekler, lay lay lom! :)



23- Portekiz
Filipa Azevedo - Há Dias Assim

Elbise gerçekten güzelmiş. Bayıııkkk...



24- İsrail
Harel Skaat - Milim

Milim kelimeler demekmiş. Hoşuma gitti. Sanki İbranice değil de Fransızca söylüyor gibi ,, bu diller yavaş şarkılara yakışıyor bu yüzden bence gecenin slowlarının iyilerinden. Gösteri pasif ama adamın sahne duruşu iyi vee 32 diş :))




25- Danimarka
Chanée & N’evergreen - In A Moment Like This

Sahneye buz pateni gösterisi yapacaklarmış gibi çıktılar. Müzik Puff Diddy nin söylediği sting in şarkısına benziyor. i'll be missing you! Wanna know kısımları güzel bir tek.




Eurovision Şarkı Yarışması 2010 Final sıralaması ise şöyle oldu:

Yer Ülke Şarkıcı Şarkı Puan
1 Almanya Lena Satellite 246
2 Türkiye maNga We Could Be The Same 170
3 Romanya Paula Seling & Ovi Playing With Fire 162
4 Danimarka Chanée & N'evergreen In A Moment Like This 149
5 Azerbaycan Safura Drip Drop 145
6 Belçika Tom Dice Me And My Guitar 143
7 Ermenistan Eva Rivas Apricot Stone 141
8 Yunanistan Giorgos Alkaios & Friends OPA 140
9 Gürcistan Sofia Nizharadze Shine 136
10 Ukrayna Alyosha Sweet People 108
11 Rusya Peter Nalitch & Friends Lost And Forgotten 90
12 Fransa Jessy Matador Allez Olla Olé 82
13 Sırbistan Milan Stanković Ovo Je Balkan 72
14 İsrail Harel Skaat Milim 71
15 İspanya Daniel Diges Algo Pequeñito (Something Tiny) 68
16 Arnavutluk Juliana Pasha It's All About You 62
17 Bosna Hersek Vukašin Brajić Thunder And Lightning 51
18 Portekiz Filipa Azevedo Há Dias Assim 43
19 İzlanda Hera Björk Je Ne Sais Quoi 41
20 Norveç Didrik Solli-Tangen My Heart Is Yours 35
21 Kıbrıs Rum Kesimi Jon Lilygreen & The Islanders Life Looks Better In Spring 27
22 Moldovya Sunstroke Project & Olia Tira Run Away 27
23 İrlanda Niamh Kavanagh It's For You 25
24 Beyaz Rusya 3+2 Butterflies 18
25 İngiltere Josh That Sounds Good To Me 10





BİZİ İZLEDİĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ! :)
DEVAMI...

27 Mayıs 2010 Perşembe

fakat müzeyyen bu derin bir tutku


(ilhami algör hayranı oldum ben, görün bakın neden...)





* Tütünümü, anahtarımı aldım, evden tam çıkıyorum, bir şeyin eksik olduğunu, eksik olanın ruhum olduğunu fark ettim. Önemsemedim. Yol, bana uygun bir ruh önrebilirdi. kapıyı çektim, kilidin dili yuvasna otururken "Nereye?" dedi. Aldırış etmedim, çıktım.

* Memleketimin "Bakışlar" tarihinde bu kadar aleni olmayan, hatta bu semtin, kapağı buhar kaçırmadan önceki zamanlarda bizzat ürettiği bakışlar vardı: "Yabancı" ya yabancılığını hissettirecek bakışların ayıp, abes , yersiz addedildiği zamanların bakmayan bakşları.
Bir de , şehirde olan ancak şehre ait olmayan , gerçek mi düş mü olduğuna karar verememiş , karar vermeye de pek niyetli görünmeyen mekanların bakışları vardı.

*Gözümün önüne Müzeyyen'in bakışı gelmişti. ......... Ya da bana öyle gelmişti. Bir şeyin gerçekte öyle mi olduğu yoksa bana m öyle geldiği konusu her zaman kafamı karıştırırdı.

* Garibanların garibanlık nedenleri karşısında sarsak ve telaşe olmalarını affedemiyorum.

* Her şey benden önce olmuşsa, bana olacak bir yer, durum kalmıyor muydu? bana ait tek kişilik bir iskemle, oda , yok muydu bu dünyada?

* Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün Kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder; gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele her filmde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Ağladıkça Sadri'ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine...

* Ses tonlamalarına takılırdım. Sesler her şeyi söylerdi. Takıntımı atladım...

*Herif rüzgarı kendinden menkul uçurtmanın teki. Ara sıra tellere takılır gibi kadına geliyor gece yarısı...

* Müzeyyen hikayeyi tek yumrukta yere serince, bu kadar kolay devrilenin hikaye mi yoksa ben mi olduğuna kafam takılmış, peşinden gidip sormuştum: "Usta, çıkışımız yok mu?" "Teorik olarak olması gerekir" demişti.

* Mesafeli bir yerden konuşuyordu. Oraya nasıl ve ne zaman gitmişti? Ben mi göndermiştim? Taksi mi tutmuştu?

* Ne olmuştu da , "Seninle dünyanın her yerine gelirim" diyen Müzeyyen , durduğu yerden çekip gitmelere başlamıştı. Nerelere gidiyordu? Gelirken getirdiği bakışlar ne dalgaydı? Hangisi Müzeyyen kimdi? İlk tanıdığım kimdi, şimdiki kim?
Sigaramı yaktım. Müzeyyen'in gözleri içinden, bir çukur ya da kuyudaymış gibi, bir yerlere sıkışmış da yardım istermiş gibi bakan yabancıya sırtımı döndüm ve son kez , üçüncü şahıs konusunda, kendime direndim.

* Beni her yoğuruşunda, sırtüstü yatıp karnını açan kedi yavruları gibi, teslim ve mest oluyordum..............

* Uzaklaşan şeylerin gözden yitişini görmemek için, gözlerimizi başka yöne çevirsek bile, yine de ne bok yemeye bir taraflarımızla geyik gibi bakardık?

* Müzeyyen, kalkıp başka birinin yürüyüşüyle çamaşır toplamaya gitti.

* An bile olmayan bir kısalıkta sanki bendekiler ona ondakiler bana geçmişti. Ağlamak istedim. Bunu başka biri istemiş gibi geldi. Ağlamadım. "Git" dedim balığa, iter gibi değil, "Sen git, ben geliyorum" der gibi, gitmesi gerekiyormuş gibi. "Git" dememe gerek yoktu. Kelimenin hissi geldiğinde o gitmişti. Sular çekildi.

* Ben kendimi , en sivil hallerimin tanığı olan mekana giren adam olarak hissederken , ayna beni , arkasında boş bir koridor olan adam olarak gösteriyordu.

* "Aynadaki kadın benim zıttım" demişti, "ben ne kadar ev haliysem, o okadar sokak. Ben sokulgan isem, o başını alıp giden. Ben gündüzüm, o gece... Çapkın, güçlü , özgür."

* "Müzeyyen" dedim, "sende hicran yarasından derin yara mı var? "
Verdiği cevabı alıp , suda eritip, yemeklerden sonra bir kaşık "ben böyleyim"
Birden , gidip düz ovada keklik avlama fikri geldi. Vazgeçtim. Cevabı bana yetmemişti. Adama sorarlardı: "Kim ikiye böldü dostum seni?"

* Ben sözlerden değil bakışlardan tırsardım. Bakışların arkalarını sezer, sezgilerim doğrulanana kadar mecburen bekler , beklerken kafayı yerdim. Konuşunca mesele yoktu. Ayrıca bu devirde herkes en azından iki tane idi. Daha kalabalık olanları da görmüştüm.

* "... Hani mamur olacaksa viranlar..?"

* " Aslında, tam diye bir şey yoktur" dedim, "her tam, bir üst yarımın alt basamağıdır. Yani yarım da bir bütündür"

* Müzeyyen' in , il kzamanlarımızdaki bakışlar ile çevresine gülümsediğini gördüm. Bugün yine gönlümün bahçesinde gezindim bakışlarını, "Sensiz sazın zevki mi var?" bakışlarını, ve bitpazarı hamalının taşıdığı aynalı konsol önümden geçerken , kendi bakışlarımı: Öyle bir der giriftarım ki...

* "Nereye gidiyorsun çocuk" dedim içimden, "büyümeye mi?"




İlhami Algör - Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku ( Merkez Kitaplar, 67 syf. )
DEVAMI...

20 Mayıs 2010 Perşembe

EV




“Beykoz sırtlarında ilişkiyi bitirme adımları, silah alıp başıma sıkmak gibi değil, boğularak ölmek gibiydi.”



Günün birinde öyle cümleler kurdun ki karşımda bu cümleleri bana kuran sen misin diye dikildim karşına!

Gecenin birinde yuvarladığın cümleler dolandı ayağıma, yorganla yüzümü örttüm açmak istemedim, sustum.

Bir gece vakti öyle sert konuştu ki vücut dilin, gitmek istedim bir hışımla bırakmayan sendin.

Ertesi gün kimin için mücadele ettiğimi unuttum, mücadele ettiğim adam sen misin diye sokuldum, beğenmiyorsan git dedin, gittim dedim, gittim.

Beykoz’a gittim. Güzel bir restorana gidip güzel bir akşam yemeği yedim. Gözümü saate takıp geçmesini bekledim, geçmedi, çay içtim. Sonra market raflarına dizdim kendimi, kimse beğenip almadı, ben hepsini aldım. Kredi kartı ekstrem sana geliyor diye faturayı kabarttım. Kan şekerim düştü diye tatlı içecekler aldım elime, yola çıktım, istikameti bulamadım. Susmasaydık da susam olsaydık keşke dedim simitçinin elleriyle kendime bir büyük çay doldurdum. Sonra sigara, sonra tütün sarısı, sonra sarı dolmuşlar, ‘bensiz gitsinler’ dedim. Durdum. Durdum öyle. Yine saate taktım gözlerimi, yelkovan tuttu, akrep soktu.

Şimdi dedim Beykoz sırtlarında ben bir ilişkiyi bitiriyorum. Şimdi dedim Beykoz sırtlarında ben yürüyerek bir ilişkiyi bitiriyorum. Aslında dedim ben bir ilişkiyi yürüyerek bitiriyorum, yürüyerek bir ilişki biter mi. Yolun sonundaki benim evim mi ve gittiğim yerin ne anlamı var.

Sonra buldum. Yokluğunun ne zararı olabilir ki derken buldum. Eve neden gideyim onu düşünürken buldum. O an anlamım olan değildin sen yoksa her şeyi anlamlı yapan başka birine rastlayıncaya kadar eve gitmezdim. Sen anlamın kendisiydin belki yoksa ben o gece ve diğer geceler eve gitmezdim. Ben eve gitmezdim çünkü eve gitmemin ne anlamı var? Ben eve gidemezdim çünkü o evden gitmiştim zaten ve sen zaten “ev”din.


“Bazı kadınlar bazı adamları dik tutar, bazı adamlar bazı kadınlara ev kurar. Bu yüzden adam evin direğidir ve yuvayı dişi kuş yapar!”
DEVAMI...

18 Mayıs 2010 Salı

gelin ya da


bu gece bir sorun var sevgilim,
yeni aldığım tüm gömlekler bol geliyor gibi sanki, üzerine-üzerime. bu yüzden üzerime üzerime geliyorlar. oysa vitrinde ne janjanlı duruyorlardı, ne hoştu hayalini kurmak bir düşünsene!

annemin gözyaşlarında babamın yaralarında kardeşimin öfkelerinde boğuluyorum.

evimizin hangi odasında minik animasyon karakterler büyütücez, içimdekiler hangi odalara sığacak bir fikrin var mı? daha önce bahsettiğim sahne gerçek olacak belki, derinden gelen bir müzik sesi koridorun duvarlarını kaplayacak, yüzüme çarpmayacak ama söz mü? yüz metrekare yeterli bence. üç odalı olsun... birine bir "in" dekoru yaparız, kış uykusuna yatarım ben orda. kışın çalışmasam, yazın yarım gün çalışsam olmaz mı,sonra hayallere dalıp cümle avlasam hayallerde, hayallere dalmak bana çok iyi geliyor.,

ama para. ne çok para lazım hayatımızı kurmaya, bütün gün düşündüm,, bir gelinlik giymek istiyorum sahillerde, üzerimde gelinlik denizin dalgasına bakmak ve bakmak ve bakmak ve bakmak istiyorum. danteller ya beyaz, ya beyaz, ya siyah ya siyah olmalı. ablasının parlak siyahı! gece mavisi! kırmızı kuşaklar kurcalıyor zihnimi!

çalgıcılar beni neşelendirmeye çalışsınlar hüzünlü zannedip de. biz göbek atalım. ya da ben göbeğimi atayım üzerine, nerene denk gelirse. katlanırsın, biliyorum. katlanıyorsun diye katlanarak çoğalıyorum. seni seven yanlarıma iyi egzersiz oluyor.

üzülme, anlamadığını biliyorum. üzülme, ben de anlamıyorum. hemm saçmalıyorum farkındayım,

ah sevgilim, bilsen ne çok şeyin farkındayım!
DEVAMI...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

günlük


1998 yılında yazdığım günlük çıktı piyasaya, ahretliğim de yanımdaydı üstelik. ne çok güldük. ama şu komik, insanın 12-13 yaşındaki halinden şimdiye pek değişmemiş olması... gerçi o zamanlar daha iyi bir kitap okuyucusuymuşum, okuduğum kitapların özetlerini bile yazmışım, şimdi iki cümleyi yazmamak için erteliyor da erteliyorum. ruha dokunan düşünceleri blogumda uygulayacağım da okuduğum her kitap için. ama neden yaşım büyüdükçe zamansızlığım da aynı, üşengeçliğim de aynı oranda büyüyor. enerji toplamam lazım. hayat için enerji, daha çok enerji, bütün neşeli hallerime istinaden!




fotoğraftaki günlük benim günlüğüm değildir! :)
DEVAMI...

13 Mayıs 2010 Perşembe

"the doors" geri dönüyormuş gibi hissetmek




















sabah sabah nasıl sevindim anlatamam, sanki geri gelecek gibi mezarında fatiha okuduğum! :)
DEVAMI...